ADALAR POSTASI
23 Kasım 2005
Istanbul 1600 Yillik Bir Müzedir...
Dogan Kuban’in, YAPI Dergisi’nin Kasim 2005 (no: 288) sayisinda yayimlanan
“Istanbul Müze-Kent Projesi Üzerine: Istanbul 1600 Yillik Bir Müzedir...” baslikli yazisi Adalar Postasi’na verildi...
* * *
İstanbul Müze-Kent Projesi Üzerine:
İSTANBUL 1600 YILLIK BİR MÜZEDİR...
Doðan Kuban
En büyük Pagan, en büyük Hýristiyan ve en büyük Ýslam
imparatorluklarýnýn baþkenti Ýstanbul, dünya tarihinin
en simgesel kenti sayýlabilir. Bütün düzensizliðine
karþýn yüksek bir evrensel statüsü vardýr, bütün
çirkin geliþmesine karþýn dünyanýn en güzel
kentlerinden biri olarak algýlanabilir. Eðer fiziksel
çevre ile insan mutluluðu arasýnda bir iliþki varsa
bunun en olumlu örneði Ýstanbul olmalýdýr. Kentin
çekirdeði olan suriçi bir müzedir. Bu suriçinin 1635
yýllýk bir destansý tarihi vardýr. Ve bu destan,
klasik dünya tarihinin merkez öyküsünü oluþturur.
Avrupa’nýn tarihi buna sonradan takýlmýþtýr.
Topraðýnýn altýnda Konstantinus’un Yeni Roma’sýnýn
kalýntýlarý, bin yýllýk Bizans Ýmparatorluk
baþkentinin kalýntýlarý, 500 yýllýk Osmanlý
baþkentinin kalýntýlarý vardýr. Topraðýnýn üstü Geç
Antikitenin en güçlü surlarý, Küçük ve Büyük Ayasofya
gibi geç antik yapýlar, Bizans mimarisinin en zengin
mirasý, Topkapý Sarayý ve Osmanlý Çaðýnýn en görkemli
anýtlarýyla süslüdür. Bu suriçi son otuzbeþ yýlda o
zamana kadar sakladýðý tarihsel dokusu ve konutlarýnýn
yüzde 90’ýný yaðmaya kurban vermiþtir. Yine de her
elli metrede tarihten bir þeyler sunar. Kýsaca, bu
kent olaðanüstü bir müzedir. Bu kadar aðýr bir mirasýn
çekirdeðine uydurma tarihi mahalleler yapmayý düþünmek
tanýmlanmasý zor bir davranýþtýr. Ne var ki “Ýstanbul
Müze-Kent” sloganý arkasýnda bu düþüncenin yattýðýný
öðrenerek yarým yüzyýllýk mimar-restoratör ve tarihçi
yaþamýnýn en büyük þaþkýnlýðýný yaþadým. Bu kadar
güçlü bir geçmiþten bu kadar az nasiplenmek ortalama
toplumsal cehaletin yaygýnlýðýnýn ve korkunç bir tarih
bilinci yokluðunun ifadesidir. Belediye, “Ýstanbul
Müze-Kent” projesinden söz ettiði zaman, “herhalde bu
bilincin ifadesidir” diye sevinmiþtim. Gerçi nüfusu on
milyonu çoktan geçmiþ bir tarihi metropolise onbin
nüfuslu bir kasaba gibi, “Ýstanbul Müze-Kent” demek
pek yakýþýk almýyor. Bunun entelektüel içeriði olsa
olsa “miniatura parký” gibi bir eðlence alaný anlamýna
gelebilir. Ýlkel bir reklam sloganý... Fakat yarým
yüzyýldan bu yana kamu kuruluþlarýndan duyarlý,
entelektüel düzeyi yüksek sözler dinlemek umudunu
çoktan yitirdiðimiz için turistik bir slogandan pek
rahatsýz olmadým. Yeni belediye baþkaný geniþ ve
dinamik bir teknisyen kadrosunu kentin planlanmasýyla
görevlendirmiþti. Hattâ bir danýþma kurulu bile
düþünülmüþtü. Danýþma Kurulu toplantýsýnda Müze-Kent
sloganý arkasýndaki programý dinleyince dehþete
düþtüm.
“Müze-Kent” pratikte þu anlama geliyormuþ: Bütün
suriçinde, fakat ilk aþamada yalnýzca Süleymaniye ve
Haliç arasýnda, depremde nasýl olsa yýkýlacaðý için
2000 yapý kamulaþtýrýlarak yýkýlacakmýþ. Ve yerlerine
eski Osmanlý konutlarý üslubunda, depreme dayanýklý
ahþap yapýlar tasarlanacakmýþ. Deðerli mimarlarýmýzýn
bu yalancý tarihi yapýlarý, Ýstanbul’u Müze-Kent
yapacakmýþ. Örneðin eski Kirazlý Mescit Sokaðýndaki
görkemli konaklarýn yerinde, çaðdaþ mimarlarýmýzýn,
sivil mimarimizi, bütün tatlarýyla özümsemiþ, çelik
iskeletli, depreme dayanýklý projeleri uygulanacakmýþ.
Önlerinde asfalt yollarý, granit kaldýrýmlarý ve park
etmiþ otolarýyla birlikte kuþkusuz. Osmanlý geçmiþi
bunlarla neden ihya olmasýn? Kuþku veren ufak bir
nokta var: Dünyada hiçbir ülkede böyle bir uygulama
yok. Katýlmak istediðimiz Avrupa’da, hayran kaldýðýmýz
Amerika’da, hattâ Kuzey Afrika Ýslam ülkelerinde,
doðrusu istenirse bütün dünyada böyle bir þey yok. Ben
böyle uydurma kent sokaklarýný içlerinde kovboy filmi
çekilen Los Angeles’taki Paramount stüdyolarýnda
görmüþtüm. Biri Barselona’da, öteki galiba Jakarta’da
iki mimari müze gördüm. Ýspanyol ve Endonezya yöresel
mimarilerinden örnekler içeriyorlardý.
Bu konuya yarým yüzyýldan fazla emek vermiþ, eðitim
yapmýþ ve Amerikan Mimarlar Enstitüsü’ne koruma
baðlamýnda þeref üyesi yapýlmýþ bir üniversite hocasý
olarak hem belediye, hem kültür bakanlýðý, hem de
danýþmanlýk eden mimarlara dünyanýn hiçbir yerinde
böyle bir uygulama olmadýðýný, bunun bütün çaðdaþ
öðretilere, kurallara, anlaþmalara, bizim yarým
yüzyýldýr öðretmekte olduðumuz bütün restorasyon
öðretimine aykýrý olduðunu, Ýstanbul gibi bir kentle
Miniatura Parký gibi oynamanýn bir kültür skandalý
olduðunu ve bunun bütün dünya profesyonel kamuoyu
önünde komik bir teþebbüs olarak algýlanacaðýný
anýmsatmayý akademik ve namuslu bir aydýn görevi
olarak görüyorum. Bu projenin savunmasýný iki nedene
dayandýrmýþlar. Bu yapýlar depremde zaten
yýkýlacakmýþ; Avrupa da savaþtan sonra böyle yapmýþ.
“Depremde zaten yýkýlacak” diye, belediye hiç bina
yýkmadý. Yoksul bir ülkede her duvar önemli bir
paradýr. Bu davranýþýn daha ucuz bir seçeneði olmalý.
Böyle bir alanda yapý ekonomisinin içeriði konusunda
bazý þeyleri anýmsatmakta yarar var. Kamuya ait tarihi
bir alan pazarlanmaz. Baþka bir deyiþle “biz bu iþin
parasýný buluyoruz, bundan zararlý çýkmayýz” gibi bir
bakkal hesabý Süleymaniye çevresinde bir alan için
akla bile gelmemelidir. Tarihi korumanýn bir masrafý
olacaktýr... Bu alanýn kentin güzelliðine katkýsý kamu
ve kültür yararýdýr; para ile ölçülmez. Bundan
fedakârlýk da edilemez. En rasyonel, kamu için en
yararlý ve en güzel olan yapýlýr. Fakat bu paralar
hangi yolla geri gelirse gelsin, devlet ya da
belediyenin parasý deðil, halkýn sýrtýndan çýkmak
zorunda olan paralardýr. Bunun manipülasyonu ne denli
ustaca da olsa halkýn parasýdýr. “Olsun da, ne olursa
olsun” diye bir ilkeyle yapýlamaz.
Avrupa örneklerinden söz edildi. Fakat yapýlaný
bilmiyorlar. Savaþtan sonra yýkýlan, ülke için simge
deðeri taþýyan kent merkezleri özellikle Polonya’da
Varþova, Gdansk Wroclav gibi, ya da tahrip olan kent
dokularý yenilendi. Bunlar büyük tarihi
prestijlerinden dolayý ve eski belgelere ve hemen
hemen tümü var olan rölövelere göre yeniden yapýldý.
Fakat hiçbir yerde çaðdaþ mimarlar tarafýndan yeniden
uyduruk tarihi dokular, cepheler tasarlanmadý. Mimar
Sinan’ýn yapýtlarý arasýnda genç mimarlarýmýzýn, kendi
çaðlarýný deðil, anlamakta zorluk çektikleri tarihi
yapýlarýn kuklalarýný yapmalarýný þimdiye kadar hiçbir
plancý düþünmemiþti. Bu anlayýþ, Türkiye’de hepsi
birbirinden çirkin, sözde klasik üsluplu yüzbin camiyi
doðal gören bir tarih ve sanat görüþüdür. Herhalde
Ýslam dini yapý geleneði imgesine ve Türk mimari
kültürünün çaðdaþ görüntüsüne zarar veren yapýlarýn
baþýnda bunlar gelmektedir. Bana kalýrsa dünya tarihi
kentleri listesinden çýkarýlmasý düþünülen ya da
çýkarýlan Ýstanbul’un bu kaybolan statüsünü büsbütün
yoketmek için bize anlatýlandan daha iyi bir proje
düþünülemezdi. Süleymaniye ve Þehzade gibi büyük sanat
yapýtlarýnýn etrafýna sahte dokular ve binalar yapmak
kentin tarihine ve kültürüne hakarettir.
Süleymaniye’nin yanýna uydurma ahþap konutlar, yapýlar
düþünmek altýnýn yanýna teneke, zümrütün çevresine
sahte cam koymaya benzer. Bu, Çýraðan Sarayý’ný zengin
muhallebici dükkânýna çeviren turistik restorasyon
anlayýþýdýr. 1975 Amsterdam Konferansý’nda Türkiye’yi
temsil eden heyetin baþkanýydým. O konferansa bir
uygulama ile katýlamadýk. Fakat Prof. Nezih Eldem’in
Süleymaniye’deki bazý sokaklar için çaðdaþ yapýlar
öneren bir “infill” (boþluk doldurma) tasarýmý vardý;
onu sunduk. Aradan 30 yýl geçtikten sonra yapýlmak
istenenleri görünce politikacýlarýn bilgiden bu kadar
uzaklaþmalarý beni þaþýrtmadý desem yalan olur. Bunun
aracýsýnýn bir profesör olmasý da bir baþka
bahtsýzlýk.
Belediye sorumlularýnýn ve bu projeyi hazýrlayanlarýn
iyi niyetlerinden gerçekten kuþku duymuyorum. Fakat
tarihi çevreyi yenileme kurallarýndan hiç haberleri
olmadýðýný, dünyada ya hiçbir þeyi görmemiþ, ya da
anlamamýþ olduklarýný, ayrýca Ýstanbul’un tarihinin
tekliði, özelliði ve azameti baðlamýnda ve çaðdaþ
sanat duyarlýðý konusunda da daha yetiþmemiþ
olduklarýný düþünmek zorunda kalýyorum. Oysa
Türkiye’de tarihi çevre öðretimi bu hassasiyete
1970’lerde ulaþmýþtý. Bu bir entelektüel çöküntüdür.
Sanatýn ve bilimin iyi hazýrlanmamýþ politik projeler
hizmetine girmesidir.
Ýstanbul, ne kadar yýkarsanýz yýkýn, yine bir müzedir.
Ama bir tane daha Ayasofya, bir tane daha Süleymaniye
yaparsanýz, artýk bir Müze-Kent olmaz. Hattâ
Disneyland bile olmaz. Bir Yanlýþlýklar Komedyasý
olur. Ýstanbul sürekli yanýp kül olmuþ bir ahþap yapý
kenti olduðu için 19. yüzyýl ortasýndan geriye gitmek
zaten söz konusu deðildir. O dönemden sonra da kalan
yapýlar parmakla sayýlacak kadar azdýr. Ve birkaç
sokakta yoðunlaþýrlar. Haliç’e indikçe kâgir ahþabýn
yerini alýr. Ýstanbul’un tarihi sokak dokusu 1851’de
Stolpe’nin, ve hattâ 1934’te Belediyenin kýlavuzunun
sayfalarýnda bile görülmektedir. Burada Belediye
yüzlerce binanýn rölövelerini yaptýrmýþtýr. Bu dokunun
yalnýzca kalan bölümleri ve kalan yapýlarý
korunabilir. Süleymaniye çevresinde korunmasý gerekli
yapýlar bilinen koruma kurallarýna göre korunur.
Aralarýna, tarihten haberi olan, eskiyi özümsemiþ ve
yetenekli mimarlar projeler önerirler. Ýstanbul’da tek
bir parselde, eskiye özenen birþey, bir yeni-Osmanlý,
bir neo-klasik yapýlabilir. Fakat Süleymaniye
çevresinde sahtecilik, kentin geçmiþine, Sinan’ýn ve
bu büyük anýtýn kurucularýnýn anýsýna hakarettir.
Bize her kent plancýsýnýn yaptýðý renkli haritalar
gösterildi. Þimdiye kadar bunlardan binlerce gördüm.
Týrtýl Paþa da Belediye’de yüze yakýn mimarý toplayýp
birkaç ayda bir Boðaziçi koruma planý yaptýrmýþtý.
Plan çizmekle uygulanabilir plan yapmak arasýnda
hiçbir iliþki olmayabilir. 1969 yýlýnda Büyük Ýstanbul
Nâzým Plan Bürosu’na Ýstanbul’un bütün tarihi dokusunu
gösteren planlarý, koruma amaçlý imar planlarýna temel
teþkil etsin diye hazýrlamýþtým. Bugün ne o sokaklar
kaldý, ne de hazýrladýðým planlar var belediyede.
Sayýn Belediye sorumlularýna ve proje hazýrlayanlara
Türk kent dokusunun özelliklerini bir kez daha
anýmsatmakta yarar var:
1. Yapýlar apartman deðil evdir.
2. Evlerin büyük çoðunluðu bahçelidir. Bahçelerde
büyük aðaçlar vardýr.
3. Yapýlar eþit yükseklikte deðildir.
4. Sokak dokusunda saðýr bahçe duvarý önemli
fizyonomik bir öðedir.
5. Sokak kaldýrýmsýzdýr. Yürüyen insan içindir.
Süleymaniye çevresinde bu karakteri koruyan doku ve
konutlar 1970’te hâlâ yaþýyordu; insanlar da
yaþýyorlardý. Bugün bütün bölge, depo, atölye ve
imalathane, bekâr odasý ve otopark olmuþtur.
Süleymaniye, Kanuni’nin emriyle Eski Saray’ýn
bahçesine yapýlmýþtýr. Baþka bir deyiþle bir yanýnda
saray vardý. Haliç’e doðru çarþý bölgesi, Süleymaniye
ile Þehzade arasýnda ekâbir’in konutlarý vardý. Baþka
bir deyiþle Süleymaniye kentin çarþý bölgesi ile konut
bölgesi arasýnda idi. Bugün Süleymaniye çevresinin,
daha önce de düþünülmüþ tek doðru kullanma kararý,
buranýn kültür etkinliklerine ve öðrenci yurtlarýna
yeniden tahsis edilmesidir. Burasý bir yaya
bölgesidir. Otomobil girmemelidir. Buna razý olacak
tek toplum sýnýfý, öðrencilerdir. Bu iþlev, yýkýlýp
yapýlacak yeni ahþap apartmanlar için uygun deðildir.
Çok para da getirmeyebilir. Süleymaniye’den yüzlerce
esnafý çýkarmak, araba sokmamak, sokak dokusunu
koruyarak kalan yapýlarý restore etmek, üniversite
kullanýmýna sunmak, kanýmca bize sunulan Müze-Kent
tasarýmlarýyla uyuþmamaktadýr. Haliç’e indikçe
müdahale parametreleri deðiþse bile ilkeler
deðiþmemelidir. Koruma bölgeleri, uzun vadede turizm
ve baþka nedenlerle para da getirirler. Fakat
Ýstanbul’un tarihi, spekülatif projelere kurban
edilmeyecek bir mirastýr.
Burada iþlev analizi malsahibi ve kiracý ya da iþ türü
gibi bir sayý tablosundan daha öte bir çalýþma
gerekir. Koruma alanlarýnýn iþlevsel taksimi, her
bölgeye getirilen iþlevlerle oradaki fiili durum
arasýndaki iliþki, fiziksel varlýðýn deðiþmeyen
boyutlarýyla önerilen iþlevler arasýndaki tekabül,
bunun bütün Eminönü-Unkapaný arasýndaki bölge ile
çeþitli boyutlardaki iliþkileri, yanlýþlýkla müze
farzedilen alanýn turizme açýlýþýnýn modaliteleri,
gelecek kültür ve ticaret etkinliklerinin “infill”
parsellerine daðýlýþý, mekân deðerlerinin analizi,
yapýlar için renk ve tekstür araþtýrmalarý, eski kent
dokusunun özelliðini oluþturan “iç yeþil”i yeniden
gerçekleþtirecek veriler ya da bunlarýn saðlanmasý,
hazirelerin ihyasý, en ince ayrýntýlarýna kadar yapý
yapý, köþe köþe düþünülecek ve büyük bir sevgi, belki
oraya baðlanan tarihi anekdotlarla zenginleþecek, bir
tarihi müze hassasiyetiyle büyük bir senaryo olarak
hazýrlanacak bir çevre ve üzerinde düþündükçe yeniden
þekillenecek bir çevre projesi. Bu, uydurma bina
cepheleri çizerek gerçekleþecek bir proje deðildir. Bu
ne yazýk ki “yatýr, iþlet, geri al” türünden bir
pazarlama iþi de deðildir. Kýsaca bu bir ticaret iþi
deðil, bir kültür iþidir. Fakat dünyada kültür için
dolaþan bütün turistlerin bildiði gibi, yalnýzca
Türkiye ve Ýstanbul’a onur ve prestij kazandýrmakla
kalmaz. Zamanla kapalýçarþý, Ayasofya, Topkapý Sarayý
gibi, para da kazandýrýr. Bunu gerçekleþtirecek
Belediye’ye de ün kazandýrýr.
1952 yýlýndan bu yana Ýstanbul tarihi ve koruma ile
uðraþan bir üniversite hocasý olarak, Belediye
“briefing”inden sonra bütün öðretim yaþamýmýn boþa
gittiðini düþündüm. Öðrencilerimden, öðrettiðim bütün
yanlýþ bilgiler için özür diliyorum. Politikanýn ve
para hýrsýnýn bilimsel düþünceye bu denli egemen
olacaðýný düþünememiþtim. Onca dinamik çalýþma gücünün
bir tahrip aracý olarak çalýþtýrýlabileceðini, bu
konuda yetiþmiþ olanlarýn eski deyimiyle “lal-ü ebkem”
kalacaðýný hayal edememiþtim. Fakat bütün bunlar,
proje adý altýnda elli yýldýr Ýstanbul’u bu hale
getiren sahte planlamanýn tahriplerine susmayý da
haklý göstermez.