22 Ekim 2008

ADALAR POSTASI-227: saçlarına yasemin kokuları sinmiş çocuklar...

ADALAR POSTASI
8 Aralık 2005



)O(


[...]

Biz cocuklar, yani Aliye, ben ve Cevat Dayimin kizi Mutarra... Saclarina yasemin kokulari sinmis cocuklar.

Cocuklar, bu bahce cennetten bir kosedir," derdi ninem.
"Cennet nedir nine?"
"Iyi insanlar olunce gittigi yer, canim,"
"Ama biz olmedik ki daha."
'Iyi ya iste," derdi Aliye, "burasi cennet ise, hic olmeyecegiz demek ki. Biz, yerimize gelmisiz bile!"

Biliyor musunuz, Aliye hic olmedi zaten. O, cenneti ve cehennemi bir arada bu dunyada yasadi ve gravurleriyle, cilgin renkli abartili giysileriyle, kocaman mavi gozleri, buyuk aski, sinir tanimaz heyecaniyla, icinden fiskiran sevgi seliyle onu her tanimis olan kisinin yureginde, belleginin bir kosesinde yasamaya devam ediyor.

Ne diyordum size, ha evet... cennet! Cennet nasil olur bilirdik biz, Buyukada'daki Sakir Pasa Kosku'nun bahcesinde yasayan cocuklar...

Cennet, bir cami ile bir kilise arasinda kalan araziye insa edilmis, uc katli ahsap bir Osmanli konagi idi. Bize ucsuz bucaksiz gelen bahcesinde fuller, hatmiler, yaseminler, japon gulleri, ortancalar, begonviller ve mimozalar acardi. Giritli ninemin, memleketinden ozel olarak getirttigi kekik, defne, feslegen yapraklarinin kokusu ogleden sonra cikan esintiyle, aksamsefalarinin, akasyalarin rayihalarina karisir, bahce degisik esanslarin agzi acik kavanozlarda yan yana dizildigi bir parfumeri dukkani gibi kokardi. Evin kapisinin onunu tutan yola ciktiginizda ise karsinizda kiliseyi bulurdunuz. Icinde yasayanlar da bu iki ibadethanenin temsil ettigi kulturlerin arasinda kalmis, elleri, kollari ve ozlemleri kilisenin sembolu batida, yere basan ayaklari ve yurekleri ise tam bulunduklari yerde, yani caminin ait oldugu toplumda, kafalari az biraz karisik insanlardi...

...

Anlattiklarimi hakkiyla kavrayabilmeniz icin taa en bastan baslamam gerek. Benim icin her seyin baslangic noktasi, demin size sozunu ettigim, Ada’daki kosktur iste. Sadece benim icin de degil, o koskte dogan diger cocuklar, yani Fahrünissa ve Aliye icin de koskun nesnellikten ote bir boyutu vardir. Biz, Sakir Pasa Kosku’nun cocuklari sanki bir ana-babanin degil de bu ahsap Osmanli konaginin tohumlariydik. Kosk, bizi dokuz ay yerine yillarca rahminde tasimis gibi, genlerimize sinmis, iliklerimize islemis ve bize ozsuyumuzu vermistir. Sonraki yasamlarimizda edindigimiz her birikim ve tecrube, her aci ve sevinc, her kazanim ve kayip, o konagin ruhumuzu yapilayan harcinin ustune eklenmistir. Oysa Yildiz’daki konakta dogan annem, Ayse yeyzem, Cevat dayim ile Nisantasi konaginda dogan Suat dayim Kosk’un degil, yalnizca Sare Ismet Hanim’la Sakir Pasa’nin evlatlariydilar. Onlar, koskte yasamakla kalmislardi. Her hallerinden belliydi, bizim gibi koskun cocuklari degil de, sakinleri olduklari. Yine de, o beyaz boyali ahsap evde, dogan, buyuyen ya da sadece oturan her birimiz icin yasam, Ada’da zaman ve Ada sonrasi diye, miladi onem tasiyan donemlere ayrilacakti.

...

Beni Ada’daki koskte en etkileyen esya, bir duvari boydan boya kaplayan, uc metre yuksekligindeki, Yildiz’dan getirilmis yaldizli aynaydi. Karsisinda durur, kendimi kocaman aynanin icinde kucucuk gorurdum. Arkamda genis hol ve bu hole karsilikli acilan sari ve pembe salonlarin girisleri gorunurdu. Bu salonlar biz cocuklarin dokunmasi yasak olan Servres ve Saks antika vazolarla ve biblolarla doluydu. Ortadaki ampir mobilyalarla doseli buyuk salonun sonuna, kizlari piyano calarken notalari gorebilsinler diye Sakir Pasa tavanda bir pencere actirmisti. Oradan yayilan isik, etajerlerden fiskiran bitkilerin ustune duserdi. Cevat dayimin kizi Mutarra ve Suat dayimin uvey kizi Geraldine ile, done done yukari cikan merdivenin trabzanlarina oturarak asagi kayar, ust uste yigilirdik. Kazik kadar olmasina ragmen, Aliye de bize katildigi icin, surekli azar isitirdi. Ust katta da asagi katin duzeninde bir hol ve karsilikli iki salon vardi. Salonlardan birini oturma odasi olarak kullanirdik. Buyuk rahat koltuklarin bulundugu bu odada, aksamustu caylari icilirdi. Bahceye bakan diger oda ise, buyukbabam Sakir Pasa’nin calisma odasiydi. Tavana kadar kutuphaneleri ve ustu her an karmakarisik, evrak ve kitapla dolu yazi masasiyla bize cok gizemli gelen bu odaya girmemiz yasakti. Aliye’den ogrendigimiz gibi, anahtar deliginden icerisini gozlerdik ara sira...

...

(Sakir Pasa, Saray’a kusen devlet adamlarinin ve pasalarin gonullu surgun yeri niteligindeki Buyukada’da, cami ile kilise arasindaki kosku satin almisti. Bes ciltlik Osmanli Tarihi’ni, bu koskte yazmaya baslamisti...

...

Ada’da zaman
Mis kokulu uzum salkimlariydi yaz aylari
Buzlu nar serbetiydi kristal surahilerde...*

[...]


* Ayse Kulin, Fureya, Istanbul (2000)21-27.

ADALAR POSTASI-226: bir konser daha...

ADALAR POSTASI
8 Aralık 2005


AYSE TUTUNCU Piyano Perkusyon Toplulugu

10 Aralik Cumartesi; 18.00, Nazim Hikmet Kultur Merkezi'nde..

(Osmanaga Mah. Ali Suavi Sk. No.7 Bahariye
Sanatcilar Sokagi'nda ...216-414 22 39)

--


From: Timuçin Gürer
Date: Thu, 8 Dec 2005 16:37:49 +0200
To: ADALAR POSTASI
Subject: KONSER


AYSE TUTUNCU Piyano Perkusyon Toplulugu
10 Aralik Cumartesi; 18.00, Nazim Hikmet Kultur Merkezi'nde..
(Osmanaga Mah. Ali Suavi Sk. No.7; Bahariye; Sanatcilar Sokagi'nda ...216-4142239)

21 Ekim 2008

ADALAR POSTASI-225: dr. musa kâzım...

ADALAR POSTASI
6 Aralık 2005

ADALAR POSTASI-224: sema'dan noel sarkilari...

ADALAR POSTASI
6 Aralık 2005

istanbul'da 10. yil... 10. noel konseri...

17 aralik 2005 cumartesi...
alman protestan kilisesi...
aynalicesme - emin camii sokagi 40
tarlabasi – beyoglu

ADALAR POSTASI-223: sevgi ve dayanisma konseri!

ADALAR POSTASI
6 Aralık 2005

Sevgi ve Dayanisma Konseri

Sent Antuan Kilisesi (Beyoglu)

21 Aralık 2005 Carsamba saat 19:00

Organist: Fr. Giuseppe Gandolfo O. P.

Soprano: Bilge Gorgan Alto: Isin Guyer



Program


1. T. Albinoni, Adagio in sol minore (Organo solo)

2. J. M. Siougos, Vierge Marie (Alto, Soprano ve Org)

3. F. Liszt, Sogno mistico (Alto, Soprano ve Org)

4. P. I. Tchaikovskij, Andante dalla Sinfonia “Patetica“ (Soprano, Alto ve Org)

5. F. Chopin, Christ be with me (dallo Studio n. 20) (Soprano, Alto ve Org / con voce recitante)

6. A. Corelli, Pastorale dal “Concerto grosso per la Notte di Natale” (Organo solo)

7. Mme G. Galos, Le lac de Côme (Soprano, Alto ve Org)

8. Max Reger, Mariä Wiegenlied (Soprano, Alto ve Org)

9. C. Zanella, Ninna nanna (Soprano, Alto ve Org)

10. J. Brahms, Ninna nanna (Soprano, Alto ve Org)

11. F. Caudana, Puer natus (Soprano, Alto ve Org)

12. O. Ravanello, La marcia dei Re Magi (Organo solo)

13. Tradizionale, Kling, glöckchen (Soprano, Alto ve Org)

14. W. J. Galther, He touched me (Soprano, Alto ve Org)

15. F. Grüber, Stille nacht (Soprano, Alto ve Org)

16. I. Berlin, White Christmas (Alto ve Org)

17. Tradizionale, Drummer boy (Soprano ve Org)

18. Tradizionale, Amazing grace (Soprano, Alto ve Org)

(Bilet: 10 YTL)

ADALAR POSTASI-222: alanyandi!

ADALAR POSTASI
5 Aralık 2005

saat 16:23

Icerenkoy
Alanaldi Caddesi'ndeki
yangin!..

sonduruldu sonradan...

ADALAR POSTASI-221: can kurtaran yok muuuuuuu?

ADALAR POSTASI
5 Aralık 2005

can kurtaran yok mu?

Acil Ambulans Servisi (112) gelinceye kadar nasil mudahale etmeniz gerektigini yani temel ilkyardimi biliyor musunuz?

Bilincli, dogru, suratli uygulanan ilkyardimla olume veya sakat kalmaya engel olabiliriz!

11 Aralik 2005 Pazar
gunu
14:00-15:30
saatleri arasinda

Buyukada Iskelesi’ndeki
Turing Cafe’de


Sayin
A. Inkilap Obruk
(Uluslararası Ilkyardım ve CPR Eğitmeni)

“Temel Ilkyardim ve Kalp Masaji Egitimi”

hakkinda bir konusma yapacaktir.

Herkes davetlidir!



ULASIM:
12:00 Sirkeci
12:20 Kadikoy
12:50 Kinaliada
13:05 Burgazada
13:20 Heybeliada
iskelelerinden kalkan vapur 13:35’te Buyukada’ya variyor!
13:00’da Bostanci Iskelesi’nden kalkan vapur 13:40’ta Buyukada’ya variyor!


ADALAR POSTASI
operad@e-kolay.net

ADALAR POSTASI-220: can kurtaran yok mu?

ADALAR POSTASI
4 Aralık 2005

11 Aralik 2005 Pazar
14:00-15:30
saatleri arasinda

Buyukada Iskelesi’ndeki Turing Cafe’de

Sayin
A. Inkilap Obruk*
(Turkiye Kizilay Dernegi Ilkyardim Uzmani, AUI/ASHI First Aid/CPR Instructor 33837, DAN Oxygen Instructor 60922EI)

“Temel Ilkyardim ve Kalp Masaji Egitimi”

hakkinda bir konusma yapabilir!

Katilmak isteyenlerin
ADALAR POSTASI’na

operad@e-kolay.net
isimlerini bildirmelerini ve duyuru icin yardimlarini rica ederiz.


+ Saat 13:00’da Bostanci’dan kalkan vapur 13:40’ta Buyukada’ya variyor!

can kurtaran yok mu?

Emine Cigdem Tugay
Mehmet Selim Tugay
Dilek Turgay
Esen Camurdan
Leyla Ozalp
Dilek Zaptcioglu
...

* A.İNKILÂP OBRUK
Uluslararası İlkyardım ve CPR Eğitmeni

Ankara’da doğdu. ADMMA Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi. Ankara Üniversitesi’nde Yüksek Lisans çalışmasını tamamladı. Devlet tarafından gönderildiği A.B.D.’nde ileri düzeyde İlkyardım ve Cankurtarma eğitimi gördü.

Uzun yıllar Türk ve dünya gençlik kuruluşlarında İlkyardım konularında eğitim verdi. Bu konuda ilkyardım bilgilerini de içeren “İzcilik” adlı bir kitabı yayınlandı. Balıkadamlar Spor Kulübü kapsamı içinde yer alan Türkiye’nin tek sivil sualtı arama kurtarma gurubu olan (Sualtı Arama Kurtarma Timleri) SAKUT’un kurucu başkanıdır. Gölcük depreminde bölgeye ilk giren resmi ve özel kurtarma guruplarını yönetmiştir.

Bir dönem İstanbul Üniversitesi Sualtı Teknolojisi Bölümü’nde “İleri Dalış Teknikleri” dersleri verdi. Kurulmasında etkin olduğu Emniyet Genel Müdürlüğü Sualtı Özel Polis Timleri ve Jandarma Genel Komutanlığı Sualtı Özel Timleri başta olmak üzere bir çok kuruluşa “Kurtarma ve İlkyardım” eğitimi vermeyi sürdürmekte, tüm kazalarda uluslararası Acil Müdahele, Temel İlkyardım, CPR, AED ve Acil Oksijen Yardımı eğitimi ve sertifikası vermeye yetkilidir. Halen Türkiye’de Cankurtarma yetiştiren tek resmi kuruluş olan Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu -TSSF başkanıdır.

Sertifika ve diplomalar :


The American Health & Safety Institute (ASHI) First Aid / CPR Instructor Trainer
Amerikan Sağlık ve Güvenlik Enstitüsü İlkyardım ve CPR Eğitmen Eğiticisi
International Medic First Aid Instructor
Uluslararası Tıbbi İlkyardım Eğitmeni
DAN Oxygen Instructor
DAN Acil Oksijen Yardımı Eğitmeni
International Life Saving Federation – ILS Instructor
Uluslararası Cankurtarma Federasyonu - ILS Eğitmeni


Temel İlkyardım/CPR ve Oxygen Provider Eğitimi vermekte olduğu bazı kuruluşlar :

Jandarma Genel Komutanlığı Özel Asayiş Komutanlığı
Emniyet Genel Müdürlüğü Deniz Polisi
İstanbul Üniversitesi Sualtı Teknolojisi Bölümü
Balıkadamlar Spor Kulübü
SAKUT Sualtı Arama Kurtarma Timleri
BP Petrolleri A.Ş.
BP Gaz A.Ş.
BP Taşımacılık A.Ş.
OMSAN Taşımacılık A.Ş.
Şişe Cam Sanayi ve Tic. A.Ş. Fabrikaları
Finansbank
Coca Cola A.Ş.
Efes Pilsen A.Ş.
Yazaki Otomativ A.Ş.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı
Doğal Hayatı Koruma Derneği

A.İNKILÂP OBRUK
ASHI First Aid/CPR Instructor 33837 - DAN Oxygen Instructor 60922EI MFA International Instructor 43832
ILS International Life Saving Federation Instructor EGY 82-05
F.Kerim Gökay Cad. Ortaklar İş Merkezi 71/53 Söğütlüçeşme Kadıköy-İstanbul tel: 0216 418 44 30 fax: 0216 418 44 57
gsm: 0532 293 39 81 e-mail: iobruk@ tnn.net www.inkilapobruk.org

ADALAR POSTASI-219: can kurtaran yok mu?

ADALAR POSTASI
4 Aralık 2005

11 Aralik 2005 Pazar
14:00-15:30
saatleri arasinda

Buyukada Iskelesi’ndeki Turing Cafe’de

Sayin
Inkilap Obruk
(Turkiye Kizilay Dernegi Ilkyardim Uzmani, AUI/ASHI First Aid/CPR Instructor 33837, DAN Oxygen Instructor 60922EI)

“Temel Ilkyardim ve Kalp Masaji Egitimi”

hakkinda bir konusma yapabilir!

Katilmak isteyenlerin
ADALAR POSTASI’na

operad@e-kolay.net
isimlerini bildirmelerini ve duyuru icin yardimlarini rica ederiz.


+ Saat 13:00’da Bostanci’dan kalkan vapur 13:40’ta Buyukada’ya variyor!


Kalp krizinde
Yabanci cisim ile nefes yolunun tikanmasinda
Felc (beyin krizi)’te
Kanama ile ilgili acil durumlarda
Bogulma’da
Sok’ta
Yaniklarda
Zorlama ve burkulmalarda
Kirik ve cikiklarda
Bas, boyun ve bel kemigi yaralanmalarinda
Tibbi acil durumlarda / Ani hastaliklarda (diabetik, alerjik, darbe, zehirlenme, isirma ve bocek sokmalarinda...)
Sicak veya sogun neden oldugu acil durumlarda
Bazi vucut yaralanmalarinda...

Acil Ambulans Servisi (112) gelinceye kadar nasil mudahale etmeniz gerektigini yani temel ilkyardimi biliyor musunuz?

Peki ya bilincli, dogru, suratli ilkyardimla olume veya sakat kalmaya engel olabileceginizin bilincinde misiniz?

Aksine bu gecen surede yanlis mudahale sonucu olume veya sakatlanmaya sebebiyet verebileceginizi dusunebiliyor musunuz?

Kanun uyarinca tum kurum ve kuruluslarda calisanlarin yuzde besinin, agir ve tehlikeli islerde calisanlarin ise yuzde onunun
ilkyardim egitimi ve sertifikasi almasi zorunlu! Tum bu acil durumlarda yakinlarimizdan, hic tanimadiginiz sokaktaki adama kadar vicdanen sorumlu oldugumuzun farkinda misiniz?

can kurtaran yok mu?

Emine Cigdem Tugay
Mehmet Selim Tugay
Dilek Turgay
Esen Camurdan
Leyla Ozalp
Dilek Zaptcioglu
...

ADALAR POSTASI-218: bir kesit daha!

ADALAR POSTASI
4 Aralık 2005

Bir kesit daha bu defa Buyukada Mezarligi’nda!
Adalar’da olumden bir kesit ya da!...
)O(

ADALAR POSTASI-217: aliye ile ömer!

ADALAR POSTASI
4 Aralık 2005

Aliye ile Omer!

Aliye Berger (1903-1974) ile Charles Berger (?-1948)
Buyukada Mezarligi
)O(

...Daha once de soyledim size sanirim, olum denince aklima, ilk once Berger gelir.

Kilic’la iskelede bulusup, Aksam vapuruyla Ada’ya gecmistik. Eve hizli hizli yurumustuk. Kapi acikti. Once ben girdim iceri. On salondan bir inilti geliyordu. Yarali bir hayvanin aglamasini andiran, ic parcalayan ince, uzun, acili bir inilti. Hic bitmeyen bir ciglik. Salona girdim. Dipte, masanin uzerinde duran tabuta egilmis biri vardi. Oda lostu. Iyi goremiyordum.

“Teyze, Ayse teyzecigim” dedim fisildar gibi. Dondu ve bana bakti. Saclari didik didikti. Gozleri insan gozu olmaktan cikmis, derin birer kan kuyusuydu, elinde gumus sapli bir ayna tutuyordu. ALİYE!

“Canlanacak,” dedi bana bakarak. “Bak Fureya, bak, nefes aliyor.”
Tanrim, Berger’mis olen. Berger’mis.

Kilic Ali arkamda durup beni tutmasa yere yikilacaktim. Telasli ayak sesleri duydum. Ayse teyzem, Ahmet eniste, cocuklari Erdem ve Nermidil, birileri dolusuyordu odaya.

“Acisiz, eziyetsiz bir olum,” diyordu Ayse teyze, “Ne kendi cekti ne etrafina cektirdi. Hepimiz ayni yolun yolcusuyuz, kizim, anlatamiyorum ki Aliye’ye.”

“Nasil olmus efendim?” dedi Kilic Ali. Olumun nasil geldigi her nedense pek onemlidir geri kalanlara. En ince ayrintiya kadar sorulur, en ince ayrintiya kadar anlatilir.

“Sabah Budapeste’ye gitmek icin, biletlerini ayirtmaya gideceklerdi. Vapura yetismek icin araba bulamayinca, yol boyu kosmuslar.” Teyzem sesini alcaltiyor, gozuyle Aliye’yi isaret ediyor, “Zamaninda hazirlanamamistir her zamanki gibi. Saraylihanimin (Buyukada iskelesindeki unlu dondurmaci) orada bir sanci girmis gogsune. Hemen iceri girmisler, yere yatirmislar Berger’i. Aliye yakasini cozmus, nefes vermeye calismis. Kollarini oynatip durmus nefes aldirmak icin ama, o coktaaaan...”

Yavas yavas Aliye’nin yanina gidiyorum. Berger’e beyaz bir gomlek giydirip tabuta yatirmislar. Tabutun kapagi acik. Bakiyorum, Berger huzur icinde. Aliye hala elindeki aynayi tutuyor kocasinin agzina.

“Saat on birden beri tabutun basinda. Elinde ayna, Berger’in canlanmasini bekliyor,” diyor Ahmet eniste.

“Kacirdi galiba.” Erdem’in sesi bu. Irkiliyorum. Yok kacirmadi. O her zaman boyleydi asiri duygu yuklu, asiri iyimser ve asiri karamsar.

Simdi Aliye ile yan yana seyrediyoruz Berger’i. Gozyaslarim, cok eski dostumun, enistemin beyaz gomlegine damliyor.

Berger, bana sanatta hem mukemmeliyeti, hem de asla odun verilmemesi gerektigini ogreten sevgili, sevgili hocam... Bes yasindaydim karsisinda durup elime yayimi ilk kez aldigimda.

“Macaristan’da Krala karsi darbe yapanlarin arasindaymis. Istanbul’a kacmis. Saray’da Mecid efendinin cocuklarina ve sultanlara ders vermis zamaninda. Nadir Nadi ile Remzi Pasa’nin cocuklari da ondan ders aliyorlarmis,” demisti anneannem, “Fureya’yi kemana baslatmak istiyorsaniz, Berger’den iyisi olmaz.”

Karsisinda duruyordum ve dizlerim titriyordu. Elimi tutmus, kemanin bir ipegi andiran puruzsuz yuzeyini oksatmisti. Bir tahtanin bu kadar yumusak dokusu olabilecegine sasirmistim. Dizlerimin titremesi gecmisti.

“Fureya, yanagini kemanin uzerine daya ve dinle onu. Bak sana ne guzel seyler anlatacak,” demisti, “Sev onu Fureya, onu sev, onu hisset, onun parcasi ol!”

Sonra Aliye’yi sevmisti, onu hissetmis, onun parcasi olmustu. Dunyanin en muthis filozofu ve en muthis pedagogu...

“Aliye, gel canim, iceri gidelim, beni kirma,” diyorum. Beni duymuyor bile. Sabaha kadar basinda oturacak sevgilisinin, belki uyanir umuduyla.
....

Salondan cikiyoruz. Ince, dokunakli, cigligi andiran inilti hic bitmiyor. Bir kez daha bakiyorum arkami donup salona. Aliye, tabutun basinda, porselenden yapilmis, kirilgan bir biblo gibi oturuyor, elinde aynasi...
....

Berger’in olumu iki kisilikti. O, Ada’daki mezarliga gomuldu. Aliye ise, Ada’daki camlarin arasinda surekli aglayarak dolasan, yasayan bir oluye donustu.*

* Ayse Kulin., Fureya, Istanbul (2000)195-199.

...

...bir ara sanki isleri busbutun karistirmak ister gibi, komsu kilisenin katolik papazi da gorundu. Berger’in Musluman oldugunu, cenazesinin Musluman adetlerine gore kaldirilacagi soylendi. Az sonra, sokagin karsisindaki caminin imami geldi ve Berger’in Musluman olduguna dair resmi kagitlari gormeden tepedeki Musluman mezarligina gomulmesine izin veremeyecegini belirtti. Lala, kagitlarin durdugu Hakiye’nin dairesine gidip evraki ertesi sabah getirecegini soyledi. Sehre giden son vapura yetisti ve ertesi sabah ilk vapurla adaya dondu...

** Sirin Devrim., Sakir Pasa Ailesi, Istanbul (2000)217’de Rezzan Yalman anlatiyor.

ADALAR POSTASI-216: duyurulur!

ADALAR POSTASI
4 Aralık 2005

Dun duyurusunu yapmis oldugumuz "From Moscow to Buyukada: Trotsky's Expulsion to Turkey" baslikli konferans Ingilizce verilecek olup Prof. Dr. Safak Ural’in odasinda sinirli sayida yer bulunmasindan dolayi katilmak isteyenlerin ilgili adrese basvurmalari gerekmektedir!

Dr. Steven Richmond, soz konusu konferansin yazili metnini bilahare ADALAR POSTASI’na yollayacaktir!
)O(



From: ADALAR POSTASI
Date: Sat, 03 Dec 2005 16:52:03 +0200
Subject: ADALAR POSTASI: From Moscow to Buyukada: Trotsky's Expulsion to Turkey...

ADALAR POSTASI
3 Aralik 2005

6 Aralik 2005 Sali gunu saat 18:00’de
Istanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi Felsefe Bolumu’nde

Istanbul Universitesi, Edebiyat Fakultesi, Felsefe Bolumu, Kat 4,
(Prof. Dr. Safak Ural’in odasinda)
Ordu Caddesi, Laleli 34459 Istanbul
Tel: 0212 455 57 00 dahili 15806

Dr. Steven Richmond,

"From Moscow to Buyukada: Trotsky's Expulsion to Turkey"

konulu bir konferans verecek!

ADALAR POSTASI-215: lale devri suruyor!

ADALAR POSTASI
4 Aralık 2005

Lale Devri suruyor!...

O halde

“Gidelim serv-i revanim yuru Sa’dabad’a”
)O(


http://www.milliyet.com.tr/2005/12/04/guncel/gun02.html

Taksim Meydanı'nda lale polemiği

'Sen laleden ne anlarsın?'

"İstanbul'a 3 Milyon Lale" kampanyası için düzenlenen törende trafikten dert yanarak "Lale istemiyoruz" diyen vatandaşa Topbaş, "Sen laleden ne anlarsın" diye çıkıştı

ESRA ALUS İstanbul



İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın "İstanbul'a 3 Milyon Lale" kampanyasının başlaması nedeniyle dün Taksim'de tören düzenlendi.
Törene laleyi çok sevdiği için katıldığını söyleyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, "Artık İstanbul geceleri de çok aydınlık bir şehir olacak" dedi. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise son dönemde büyükşehir sınırlarına katılan köylerde lale ve diğer çiçeklerin yetiştirilmesi için çalışma başlattıklarını kaydetti.
Topbaş, vatandaşlardan, 3 milyon laleden bir milyonunu evlerinde saksıya ya da bahçelerine dikmelerini istediklerini anlattı. "En güzel lale İstanbul'da yetişir" sloganıyla düzenledikleri yarışma hakkında da bilgi veren Topbaş, isteyen vatandaşların yetiştirdiği lalenin fotoğrafını göndererek yarışmaya katılabileceğini söyledi.
Topbaş, bu sırada "Biz de trafiği düzeltene ödül vereceğiz. Sarıyer'den buraya 3 saatte geldim. Lale istemiyoruz" diyen vatandaşa, "Sen laleden ne anlarsın. Burada bir güzelliği yaşıyoruz" karşılığını verdi. Trafik sorununu çözmek için 116 kavşak yaptıklarını kaydeden Topbaş, "Biz çözüme geldik. Farklı kafalar baksalar bile göremiyorlar" diye konuştu.

Şantiyelerde nöbet dönemi
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın, şehrin trafik sorununu kısa sürede çözmek amacıyla verdiği talimat uyarınca daire başkanları ve şube müdürlerinin şantiyelerde nöbet tutmaya başladıkları bildirildi. Yazılı açıklamada, ilk olarak 116 adet ulaşım projesini hayata geçirmek için çalışma yapıldığı ifade edildi.

ADALAR POSTASI-214: bir çözüm önerisi...

ADALAR POSTASI
3 Aralık 2005

http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=12470&cat=100

Bir Çözüm Önerisi
Aubrey Meyer


Çözüm: Temiz enerji (Fotoğraf: Greenpeace)*

30/11/2005

big-picture.tv'nin izniyle yayınlanmaktadır.

“Kısma ve Birleştirme” (Contraction and Convergence), tam olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konvansiyonu’nun hedef ve ilkeleri üzerine temellendirilmiş bir politikadır. Amacı, atmosferde son 200 yıldır yükselmekte olan sera gazı yoğunluğunu, gelecekteki tehlikeli seviyenin altında dengelemektir. Bu şimdiden çok zor bir iş, çünkü biz çoktan “tehlikeli” diye adlandırabileceğiniz o bölgeye girmiş durumdayız.

Bunu yapabilmek için, tanım gereği, sera gazı salımlarında büyük oranda kesinti gerçekleştirmelisiniz. Bu noktada şöyle bir benzetme yapabiliriz: Bir banyo küvetinin içinde oturduğunuzu düşünün, musluktan da su akıyor; bence bu, biraz ters de olsa, size bir şeyin birikmesi ve akıp gitmesi konusunda iyi bir fikir verir. Musluktan akan su salımlara, banyonun kısmen açık deliği de doğal yutaklara eşdeğerdir. Musluktan banyoya akan suyun hızı, delikten giden suyun hızından fazladır, yani, banyodaki su seviyesi yavaş yavaş yükselmektedir; bu ise atmosferdeki sera gazlarının seviyesine karşılık gelir. Yani, bu işin çaresi, musluğu kısmak ve deliğin suyu boşaltma hızını artırmaktır; böylece, su seviyesinin yükselmesi duracak, hatta tekrar alçalmaya bile başlayabilecektir.

İnsanların gözünden kaçan o basit noktanın en kötü tarafı şu; söz konusu olan büyük orandaki kısma işini başardığımız -diyelim ki 50 ila 100 yıl içinde- banyodaki suyun ya da atmosferdeki sera gazlarının yoğunluğu -aksi halde olacağından- yalnızca biraz daha az hızla yükselecektir. Bunun da anlamı, ısının hâlâ yükseldiği ve yıkımın -musluğun akmasına izin verseydik olacağından- sadece biraz daha yavaş olduğu, ama hâlâ sürdüğüdür.

Salım seviyelerindeki problemi çözmek için büyük bir çaba gösteriyoruz, ama hiç de büyük bir geri dönüş olmuyor. Bütün elde ettiğimiz, daha az, aksi halde olacağından daha az yıkım. Bu durum, salımları kısmakta başarılı olacağımızı varsayarsak, birkaç kuşak boyunca devam edecek.

Sera gazlarını kısmanın kaçınılmaz olarak gerekli olduğu gerçeği bir kez kabul edildikten sonra, kısma sürecinde herkesin paylarının birleştirilmesi mantıklıdır. Bu, bir huniden aşağıya akmak gibidir; bir araya gelmekten kaçınamazsınız. Kısma ve birleştirme bilgisayar programı, gerçekte tüm ülkelerin geçmişe ait tüm enerji verilerini -tüm kirlilik verilerini– alır ve daha önce olmuş şeyler olarak kaydeder; bu işin kolay olan bölümüdür. Bundan sonra ise oldukça basit bir matematik işlemi yapıp, der ki; “bunun indirilmesinin yolu budur.” Kesin olarak, rakamları kâğıt üzerinde, kontrol edebilmenizi sağlayan, başlangıçtaki bu kadar kirlilik, sondaki o kadar kirlilik, onunla bunun arasındaki fark... Sonra da bu rakamlarla, payları yarına kadar, 2010’a, 2020’ye, 2030’a ya da her neyse o zamana kadar, eşitlemek için birleştirebileceğiniz, bir uluslararası paylaşım planını kurabilmenize izin veren bir denklem kullanılır. Buna eşitlik denklemi diyoruz.

Basitçe diyebilirsiniz ki; “Böylece bu müzakere içinde ne olursa olsun, bu sorunu çözebiliriz, parametreleri de şudur.” Yani, müzakere bu projeksiyon çerçevesindedir, yoksa şu düşüncenin değil: “Vay canına, merak ediyorum sonra ne olacak?” ya da “Bu kadar çok zorluk yaşadığım için kimi suçlayabilirim?” Bu, tartışmaya bu anlamda bir disiplin getiriyor ki kesinlikle çok gerekli ve insanların, neden daha fazla seçeneğimiz olmadığını tartışmak yerine, çok daha gerçekçi bir biçimde, seçeneklerimizin neler olduğunu konuşmalarını sağlıyor.

Bu aşamada İngiltere’yi ele alalım. Bütün bunların ışığında, birçok kişi artık, küresel olarak, “kısma ve birleştirme”den türeyen, ticareti yapılabilir (tradable) ulusal kotalar diye adlandırılan, ikinci bir projeyi savunuyor. Fikir çok basit; aslında, biz bunu daha önce, savaş sırasında zaten yapmıştık. Herkes, özellikle fosil yakıt kullanma hakkına ilişkin, makul ve eşit bir pay alacak. Tabii ki bazı insanlar ortalamanın üzerinde tüketim yapacak, ama daha fazla sayıda insan, doğal olarak, ortalamanın altında tüketecek. Eğer tüketme hakkı eşitse ve herkesin hakkını sürdürülebilir ortalamaya göre ayarlayabilirseniz; başka bir deyişle, bu kotalar hem ulusal hem de ticareti yapılabilir özellikteyse, isterseniz “bir taşla bir çok kuşu hayata döndürebilirsiniz”. Aynı projede, yakıt yoksulluğu, yoksunluğu ve aşırı tüketimi gibi konuları da halledebilirsiniz; enerji tasarrufunu, ve çok daha verimli, “akıllı”, hatta -fazla değil - yeterli miktarda enerji kullanımını da tekrar bu resme katabilirsiniz. Bunun güzelliği, herkesin aynı proje içinde yer almasıdır. İnsanlar, diğerlerinin yaptıklarına duyarsız kalamaz. Yapıcı biçimde birleştirici olan bir projede, aslında tasarımı gereği, insanlar başkalarının yaptıklarına duyarlı, farkında, ilgili ve işin içinde olurlar. Bunun dünyayı kurtaracağını söylemiyorum, ama bu zorlu mücadele içinde o kadar önemli bir şey ki.

***
Afrika’daki çoğu ülkede, bırakın üst düzeyde tüketimi, fosil yakıtlardan elde edilen enerji tüketimi, kişi başına gerçekleşen küresel tüketim ortalamasının çok çok altındadır. Örneğin, Kuzey Amerika’da, üst düzeydeki tüketim, kişi başına yıllık 6-7 ton kadardır. Afrika’da ise, Orta Afrika’da, Çad veya Nijerya’da sıradan bir insan, herhalde 0,2 ila 0,4 ton fosil yakıt tüketiyor. Burada fark edilmesi gereken önemli nokta şu, bu iki farklı tüketim miktarıyla bağlantılı para miktarının, uluslararası finans sisteminin çarpıklıkları nedeniyle, daha da fazla ve daha da karmaşık bir halde olduğudur. Bu uluslararası finans sisteminde, insanlar dövizlerini dolar hesaplarında tuttuğu, hepimiz dolar tuzağına düştüğümüz, dolara tutsak olduğumuz için, ABD sadece doların üreticisi olarak etkin biçimde, tek başına bu gerçekle bile, sistemin geri kalanını vergilendiriyor. Satın alma gücü, böylece, az miktarda tüketim yapanlar açısından daha da düşüktür. Onlar, uluslararası alanda rekabet edeceklerse, bu sisteme karşı da rekabet etmek zorundadırlar. Ticaret koşulları ve borç koşulları umutsuzluk vericidir, döviz koşulları da öyle; kirlilik payları da bu koşulları iyice kötü bir hale getirir. Eğer “kısma ve birleştirme”yi uygularsak, ülkeler çok taraflı örgütlenmek zorunda kalacakları bir model içinde birlikte hareket edeceklerinden bu Birleşmiş Milletler temelinde olmalıdır. Ortalamadan az tüketenler ile çok tüketenlerin aynı hesaplar içinde bir araya getirileceği, sera gazı salımlarının eşitlendiği bir sistemde, ticareti yapılabilir ulusal kota projesinin uygulandığında, Afrika’nın sera gazı salımlarını düşünürsek, artan kıtlık koşullarında, büyük ölçüde kullanılmamış kota kapasitesi çok değerlidir.

Bunun uluslararası piyasada satabilecek bir ürüne benzediğini söylemek, yanlış değildir. Bunun için herhangi bir şey yapmalarına da gerek yoktur, eğer bu sistem uluslararası anlamda uyumlu bir sistemse, ABD dolarının çarpıklığı ya da güçlü döviz üstünlüğüyle rekabet etmeleri gerekli değildir. Şöyle diyelim; bu ülkelere, atmosferdeki kullanılmamış hakları için ödenecek kira o kadar büyüktür ki, büyük olasılıkla, kalan mevcut dış borçlarının tümünü bir gecede ödemekle kalmayıp, küresel piyasada satın alma gücüne de kavuşacaklardır. Bu yalnızca onlar için değil, sistemin genel kısıtları nedeniyle, herkes için de iyi olacaktır. Çünkü, eğer akıllıca, bu kuralların oyuna katılması gerektiğini ileri sürebilirsek, özellikle de enerji konusunda, çözüme yönelik olarak, fosil yakıt ekonomisinin kalıntılarına tutunmak yerine, temiz enerji sistemlere yatırım yaparsak, sistemin tamamı bundan yararlanabilecektir. Böylelikle, bu temiz enerji sistemlerini sağlayan insanların elini büyük ölçüde güçlendirirken, ne nedenle olursa olsun, kirli sistemlerde ısrar edenleri, açıkça cezalandırmış olursunuz. Dünya Bankası’nın fosil yakıtları sübvansiyone etmeye devam etmesinde ısrar etmektense, artık çözümün arkasında duran sistemi işletmeye başlıyorsunuz.

Sorunun varlığı konusunda bir tartışmanın söz konusu olmadığına dair artık hem fikiriz. Bir sorun olduğunu biliyoruz; bu, iklim değişikliği adı verilen küresel bir sorundur. Bunun yapısal içeriğinin, bu çarpıcı ekonomik varoluş çarpıklığı olduğunu biliyoruz. Çözüm, insanları bir çözüm modeli, bir sistem içinde olabildiğince yaklaştırmak ve hızla yaygınlaşacak temiz enerji çözümleri arayışını, bu iki şeyi bir araya getirmektir.

Bence çözüm, gelişmekte olan ülkeler için yalnızca, daha iyi ticaret koşulları ya da daha az borç filan elde etmeye uğraşmak, gelişmekte olan ülkelere karşı biraz daha az acımasız olacak kadar sevimli olmaya çalışmak değildir; bu bir hayır işi de değildir. Bu hepimiz için temel bir yapısal uyum sürecidir. İçinde bulunduğumuz duruma, top yekun, çok daha bilinçli bir kavrayışla bakmalıyız. Bu durumda artık, dünyanın sizin kadar şanslı ya da çalışkan olmayan bahtsız üçüncü şahıslarla dolu olduğunu düşünemezsiniz. Dünya aslında, “benim hayatta kalma güdüm de en az seninki kadar güçlü,” diyen birinci şahıslarla doludur ve bu konuda bir anlaşmaya varmak zorundayız. Böylece, risk altında bulunan, Bangladeş’te, Tuvalu’da, Maldivler’de ve Orta Afrika ve Sahalin gibi başka yerlerde yaşayan ve tüm kirliliğimizin alıcısı olarak, %6’lık satın alma gücünü elinde tutan şu 4 milyar insan. Onlar sadece vicdanımızda bir yara değil, kesinlikle, “bu sistem bizim için de çalışmadığı sürece, hiçbir biçimde çalışmayacaktır,” diyen, yazgımızdır. Bu politikanın özü işte budur.

***
Kesinlikle gerekli olan, salımların azaltılmasıdır, yoksa iklim değişikliği bizimle birlikte ve kendi başına çığırından çıkacak, gerçekten de artık siyasi açıdan hiçbir şeyin anlamı kalmayacak. Bu konu üzerinde hepimizin anlaşmış olduğumuzu varsayarsak, bunu yeterince hızlı bir biçimde yapmalıyız. Sorun, mevcut ekonomik büyüme düzeyini sürdürecek teknolojiye, yani yüksek-teknolojiden düşük-teknolojiye kadar uzanan enerji teknolojilerine, sahip olup olmadığımızdır. Ya da aslında – bu, benim ve daha birçoğumuzun düşüncesidir - bu tür bir büyüme modelini, yıllık %3 ekonomik büyüme oranını, sonsuza dek ayakta tutacak herhangi bir enerji teknolojisi olup olmadığımızdır. Bu imkânsız. Evrende böyle bir sonsuz büyümeye hizmet edebilecek hiçbir enerji kaynağı yoktur. Bu gerçekten de Dünya gezegeni üzerinde anlamlı değildir; işte bu kadar basit.

Eğer ekonominin sonsuz bir şekilde büyümeyeceğini kabul ederseniz, işte o noktada, işin içine çok ciddi politikalar girer. Ekonomik açıdan durumu iyi olan insanların, şu anda sahip olduklarına sahip olamaya devam edemeyeceklerine ilişkin bir mesaj almaları halinde, çok rahatsız olacakları bir sır değil, bunu anlayabilirsiniz. Güney Afrika örneğindeki gibi: 1980’lerde, polis artan suç oranıyla başa çıkamaz durumdayken, Johannesburg’da, gittikçe daha fazla sayıda, evlerini beton duvarlarla çeviren; üzerine elektrikli çitler yerleştiren; gittikçe daha karmaşıklaşan polisle bağlantılı alarm sistemleri kuran, bekçi köpekleri, tepeden tırnağa silahlı nöbetçiler edinen insanın yaşadığını bilirsiniz. Bu tür malzemeye ne kadar fazla sahip olursanız olun bir yararı olmuyordu. Bunlar sizi gelecek olan her neyse ondan korumuyordu. İnsan sonunda bu aşırı ayrıcalık hakkına sahip olma yanılsamasından vazgeçiyor. Şimdi bunu iklim değişikliği konusuna çevirin; belki de Kuzey Amerika’da yaşayan pek çok insan, Hindistan’da, Çin’de ya da Afrika’da yaşayan insanların, kendi arazi cipli zengin yaşam tarzları üzerinde kesinlikle hiçbir hakları olmadığını hissediyor olabilirler. Bunu anlayabilirim. Teknoloji takıntılı değilim, ama teknolojiye karşı da değilim. Diyelim ki ben bir kemancıyım; gerçekten iyi bir kemanla vasat bir keman arasındaki farkı takdir edebiliyorum; daha iyi olana sahip olmak daha iyidir. Bu insanların Morris Mini’lerinden Porsche’lerinden anlaşılıyor. Bunun modern insanın doğasından kaynaklandığını biliyorum. Ama mesele şu: birdenbire Miami’de cipinizin içindeyken, deniz seviyesindeki yükselme yüzünden su içinde gitmeye başladığınız için, Florida kıyısına geçemeyeceğinizi anlarsanız, o zaman olay anlamsızlaşır. Buna bakıp, “Ben aslında bu yolda ilerlemek istemiyorum, bunu durdurmak için ne gerekiyor?” diye düşünürseniz; birden sorunun köküne inerseniz. Bu felaketlerin olmasını ve Grönland’ın erimesini, Londra’nın büyük bölümünün sular altında kalmasını engellemek üzere, küresel salımları durdurmak isterseniz, artık sizinle gerçek anlaşma arasında hiçbir şey yoktur. İşte olay budur. Aslında, “kısma ve birleştirme”yi uluslararası bütünlüğü içinde düşünmelisiniz.

Tam da Amerikalıların dediği gibi, “Biz bu sorunu tek başımıza çözemeyiz.” Birçok kampanya sorumlusu, “Tabii böyle konuşursunuz, siz hepsinin içindeki en büyük en kirletici saldırganlar değil misiniz? Kendi evinizin önünü temizlemeden, kimse sizin sözünüzü dinlemez” diyerek hataya düşüyor. Böyle bir tartışmanın mantığını ki - kesinlikle intikam duygusundan kaynaklanıyor – anlayabiliriz, ama bu, temeldeki gerçeği, yadsımaz. Hayır, Amerikalılar bu sorunu kendi başlarına, Çinlilerden ya da Hintlilerden ya da Londra Belediye Başkanı’nın yapabileceğinden daha iyi bir biçimde, çözemezler. Sonuçta, küresel bir anlaşmanızın olması gerektiği ortaya çıkıyor. Bunu tanımlamak için biraz daha çaba göstermeliyiz. Bu noktada bu, kısaca “kısma ve birleştirme”dir. Yine bu noktada, birden bire kendi kendimize, “Tanrım, çocuklarımızın üzerinde yaşayabileceği bir gezegen istiyorum”, “Tanrım, gerçekten, oğlumun otomobilini sürebileceği bir yarış pisti olsun istiyorum”, ya da her neyse, “insanların yiyecek yemeği olsun istiyorum”, “kaos istemiyorum, özellikle de kaosa yol açan bir parça olmak istemiyorum”, “Tanrım, kişisel düzlemde, yani evde ya da mahallede, hatta kentte ve bütün olarak ülkede, pratik eylemlerde bulunuyorsam da bu, kendi başına yeterli değil” diyebiliriz. Bunun daha geniş bir yükümlülükle bağlantılı olduğunu bilmeliyiz. Bunun, neredeyse tanım gereği, “kısma ve birleştirme” olduğu ortaya çıkıyor. Haydi bunu sürdürelim, kendimizi engellemeyelim. Bunun son derece zor olduğunu düşünerek ya da, kendimizi bireysel güçsüzlüğümüzün kurbanı olarak görüp bahaneler aramayalım. Olayın tümünü bir parantez içine alalım, ve diyelim ki; “Evet, burada bunu yapabiliriz.” Ellerimizi dehşetle kaldırıp, “Bütün bunlar bizi aşıyor ve sonuç kaçınılmaz,” demekten daha iyidir. Karşı karşıya olduğumuz seçim budur.

Seçeneğimiz şu: çocuklarımızın ve onların çocuklarının geleceğiyle bağ kurarak, adil bir şekilde, hayatta kalma hakkını bölüşmeye yönelik bir güdü, anlayış ve etik yaratmanın yollarını bulmak; yoksa, “Herkes kendini kurtarsın, kadınlar ve çocuklar en son.. Bu konuda benim yapabileceğim hiçbir şey yok” demek değil. Belki de, en azından gelecek üç dört kuşak boyunca insanlar, birbirlerinin elini tutmak ve üzerinde, “Bunu Aşacağız” yazılı bir dayanağa tutunmak zorunda olacaklar. Olgunlaşmamız gerek, aslında hepsi bundan ibaret.

Çeviren: Melda Keskin

Londra'da bulunan, Küresel Değerler Enstitüsü'nün (Global Commons Instıtute, GCI) Başkanı Aubrey Meyer, mimarı olduğu "Kısma ve Birleştirme" (Contraction and Convergence) politikasıyla, uluslararası düzeyde devam eden iklim değişikliği tartışmalarında önemli ölçüde etkili olmuştur.

* Fotoğraf: Greenpeace / Kate Davison

ADALAR POSTASI-213: ido'nun işletmecilik anlayışı...

ADALAR POSTASI
3 AralIk 2005

From: Cemal Beskardes
Date: Sat, 3 Dec 2005 04:13:18 -0500
To:
Subject: IDO'NUN ISLETMECILIK ANLAYISI

Degerli Arkadaslarim,

02 Aralik 2005 Cuma günü aksami saat 18.30'da Bakirköy-Kadiköy seferini
yapmak üzere IDO Bakirköy Iskelesi'nden hareket etmeye hazirlanan ORUÇ REIS
deniz otobüsünde bir isletmecilik rezaleti yasandi. Ancak bu olayin bir
deniz faciasi ile sonuçlanmasina, önce seslerini duyuran bir avuç yolcu
(naçizane ben de elebasi rolünde idim) ve geminin kaptaninin girisimleri
sayesinde engel olundu.

Kadiköy Sükrü Saraçoglu Stadyumu'nda oynanacak Fenerbahçe-Trabzonspor
maçina gitmek üzere Bakirköy IDO Iskelesi'ne gelen yolcularin sayisi deniz
otobüsünün kalkis zamanina dogru giderek artiyordu. Kadiköy'de saat
19.00'daki bulusmama yetismek üzere gemiye ilk binenler arasindaydim.
Kalkis zamani olan 18.30'a yaklastikça gemiye binen yolcu sayisinin geminin
tasima kapasitesini astigini gördük, söyle ki deniz otobüsünün tüm
koridorlari, üst salon merdivenleri ve arka platformu salkim saçak ayakta
duran taraftarlarla dolmustu bile. Saat tam 18.29'da geminin kaptan kösküne
girerek kendisinden gemiyi bu durumda hareket ettirmemesini istedim. Zaten
kaptanlar da bu karari almislardi. Kaptanlar gemiden indiler, Iskele (kendi
terminolojilerinde terminal) yöneticileri ile görüstüler. Hoparlörlerden
bir anons yapilarak "Kadiköy yolcularinin gelmekte olan BARBAROS HAYRETTIN
PASA deniz otobüsüne binmeleri", "Yenikapi-Bostanci yolcularinin ise
hareket etmekte olan ORUÇ REIS otobüsünde kalmalari"
belirtildi...Böylelikle 20 dakikalik bir gecikme ile Kadiköy'e dogru yola
çikan BARBAROS HAYRETTIN PASA deniz otobüsüyle yolculuguma basladim.
Mübalagasiz, ORUÇ REIS gemisine 450 kisilik yolcu kapasitesine karsilik
800-850 kadar yolcu binmisti. Acilen konulan ek sefer ile (yumurta kapiya
ve facianin esigine geldikten sonra) durum idare edilmisti...

Gemiye biner binmez dogru kaptan kösküne çiktim, kaptanlar ve gemi
mühendisi ile görüs alis verisinde bulundum. Kaptanlar, deniz otobüsü
iskelelerinde gemilere binen yolculari sayma olanagi bulundugu halde,
terminal sorumlularinin bunu yapmadiklarini, her hafta sonunda ve özellikle
Fenerbahçe'nin maçlari olan günlerde gemilerin fazla yolcuyla hareket etme
durumunda kaldiklarini belirtiler. Kaptanlarla görüstügüm diger konular
asagidadir:
-Vapurlar ile deniz otobüslerini karsilatirmalarini;
-Deniz otobüslerinin motorlarinin onarimlarinin nerelerde ve nasil
yapildigi (burada Gemi Makineleri Isletme Mühendisleri Odasi Baskani'nin
bizim Darphane-i Amire'deki toplantimizda yaptigi açiklamalar ile ciddi
çeliskiler saptadim...Öyle görünüyor ki, bizim sitemizde yayinladigimiz
bazi konulara açiklamalar yapmamiz gerekecek!);
-Bogaziçi'ndeki hiz sinirlamasi hakkinda düsündükleri;
-Ada sahillerindeki "wash" tipi dalganin durumu;
-5 adet yeni deniz otobüsünün siparisinin yurtdisina verilmis oldugu ve
kaptanlara yeni deniz otobüslerinin geleceginin bildirilmis bulundugu (Buna
göre IDO'nun geri adim atmadigi, tersine bildigi yolda devam ettigi
anlasiliyor!);

Bu konulari gelecek hafta basinda dün aksam cep telefonumla çektigim
fotograflar ile birlikte size aktaracagim.

Hepinize iyi bir hafta sonu dilerim.

M. Cemal Beskardes

ADALAR POSTASI-212: can kurtaran yok mu?

ADALAR POSTASI
3 Aralık 2005

can kurtaran yok mu?

Emine Cigdem Tugay
Mehmet Selim Tugay
Dilek Turgay
Esen Camurdan
Leyla Ozalp
...



------
From: Leyla Ozalp
Date: Sat, 03 Dec 2005 09:54:39 +0200
To: ADALAR POSTASI
Subject: Temel ilk yardim kursu


Sevgili Cigdem ve Selim,

Maillerinizi dehsetle okumaktayim,
Yazacak, konusacak, kampanya yapacak ne cok sey var...
Gecen hafta bir arkadasimla oglen adaya geldik, insaatlardan ve gurultuden nasil kactigimizi bilemedik, artik Istanbul’da kacacak bir nokta, siginacak bir “ada” kalmadi galiba!..
Temel ilk yardim kursu alma fikri cok dogru, ben hep dusunmusumdur, belki bir dahaki Pazar olabilir mi? Yani 11 Aralik. Biz 17sinde Atina’ya gidiyoruz, bu haftasonu Behic Pazar aksamustu Stockholm’den donecegi icin adada degiliz.
Haftaya her sartta gorusuruz umarim.
Sevgiler
Leyla ozalp



------
From: Esen Çamurdan
Date: Sat, 3 Dec 2005 01:20:45 +0200
To: EADALAR POSTASI
Subject: Re: ADALAR POSTASI: can kurtaran yok mu?

İlkyardım eğitimi almak çok isterim, yılbaşından sonra. Sevgiler.

Esen Çamurdan



------
From: Dilek TURGAY
Date: Fri, 2 Dec 2005 11:00:17 +0200
To: ADALAR POSTASI
Subject: RE: ADALAR POSTASI: vapurda kalp krizi! ve de can simidi!

ilk yardım eğitimini çok önemsiyorum ve burgaz'a ilişkin yardıma hazırım. haberlerinizi bekliyorum. dilek turgay




-----
From: Emine Cigdem Tugay
To: ADALAR POSTASI
Sent: Friday, December 02, 2005 1:58 PM
Subject: ADALAR POSTASI: can kurtaran yok mu?


ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005

Kalp krizinde
Yabanci cisim ile nefes yolunun tikanmasinda
Felc (beyin krizi)’te
Kanama ile ilgili acil durumlarda
Bogulma’da
Sok’ta
Yaniklarda
Zorlama ve burkulmalarda
Kirik ve cikiklarda
Bas, boyun ve bel kemigi yaralanmalarinda
Tibbi acil durumlarda / Ani hastaliklarda (diabetik, alerjik, darbe, zehirlenme, isirma ve bocek sokmalarinda...)
Sicak veya sogun neden oldugu acil durumlarda
Bazi vucut yaralanmalarinda...

Acil Ambulans Servisi (112) gelinceye kadar nasil mudahale etmeniz gerektigini yani temel ilkyardimi biliyor musunuz?

Peki ya bilincli, dogru, suratli ilkyardimla olume veya sakat kalmaya engel olabileceginizin bilincinde misiniz?

Aksine bu gecen surede yanlis mudahale sonucu olume veya sakatlanmaya sebebiyet verebileceginizi dusunebiliyor musunuz?

Kanun uyarinca tum kurum ve kuruluslarda calisanlarin yuzde besinin, agir ve tehlikeli islerde calisanlarin ise yuzde onunun
ilkyardim egitimi ve sertifikasi almasi zorunlu! Tum bu acil durumlarda yakinlarimizdan, hic tanimadiginiz sokaktaki adama kadar vicdanen sorumlu oldugumuzun farkinda misiniz?
Temel Ilkyardim ve Kalp Masaji Egitimi
almak istiyorsaniz lutfen
ADALAR POSTASI’na
(operad@e-kolay.net)
bildirin!

Inkilap Obruk,
(Türkiye Kızılay Derneği Ilkyardım Uzmanı, AUI/ASHI First Aid/CPR Instructor 33837, DAN Oxygen Instructor 60922EI)
belirledigimiz bir Pazar gunu Ada’ya gelerek
bizlere
Temel Ilkyardim ve Kalp Masaji Egitimi
hakkinda bilgi verecek!

ADALAR POSTASI’nin ulastigi adresler
disinda da tanidiklarinizi haber edebilirsiniz.

Sizlerden cevap bekliyoruz...

ADALAR POSTASI-211: From Moscow to Buyukada: Trotsky's Expulsion to Turkey...

ADALAR POSTASI
3 Aralık 2005

6 Aralik 2005 Sali gunu saat 18:00’de
Istanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi Felsefe Bolumu’nde

Istanbul Universitesi, Edebiyat Fakultesi, Felsefe Bolumu, Kat 4,
(Prof. Dr. Safak Ural’in odasinda)
Ordu Caddesi, Laleli 34459 Istanbul
Tel: 0212 455 57 00 dahili 15806

Dr. Steven Richmond,

"From Moscow to Buyukada: Trotsky's Expulsion to Turkey"

konulu bir konferans verecek!

ADALAR POSTASI-210: çingenelerimize dokunmayın!

ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005


Fotoğraf: Guillame Berggren, 1870-1910.

Çingenelerimize dokunmayın!

Korhan Gümüş


İstanbul’da ‘kentsel dönüşüm’ deyince yönetimlerin aklına apartmanlaşmamış Çingene mahalleleri geliyor

Belediyeler çingene mahallelerini boşaltmaya hazırlanıyor. Bu mahalleler arasında Sulukule, Ayvansaray, Hacıhüsrev gibi tarihi semtler de bulunuyor. Hazırlanan projelere göre bu semtlerde ‘Türk Mahalleleri’ yaratılacak. Bu defa bu semtlerde yaşayan insanları zorla değil, uzlaşma ile çıkarılacağı söyleniyor. Projeye göre bu semtlerde yaşayan insanlara kentin çevresinde yeni yerler gösterilecek. Ancak bu ‘uzlaşma’ ile yapılan ‘kentsel dönüşüm’ kararların alınış biçimi ile geçmişteki faşizan uygulamaları hatırlatıyor. Bu kararlar ‘dar bir katılım’ çevresinde, genellikle belediyelere iş yapan uzmanlar, şirketler, turizm sektörü temsilcileri ile alınıyor. Eşitsizliğe, ayrımcılığa dayanan bir uygulama söz konusu. İlk önce bu çevre tarafından kararlar alınıyor, sonra evlerini terketmesi gerektiği düşünülen insanlara bir takım seçenekler sunuluyor. Bu yeni dönemde bir tür kamu eliyle uygulanan bir ‘gentrification’ (mutenalaştırma) operasyonu ile karşı karşıyayız.

Bu semtler içinde de ilk telaffuz edilenler içinde eğlence yerleri, göbek dansı ile meşhur Sulukule yer alıyor. Sulukule, surların dibinde yer alan ve en az bin senedir İstanbul’da Çingenelerin yaşadığı bir semt. Burada Çingene varlığından sözeden ilk kayıtlar 11. yüzyıla, Bizans dönemine uzanıyor. Bu tarihlerde Çingenelere Mısır’dan (Egypt)geldikleri düşünülerek bu ad veriliyor. Çingene, Gitan, Gipsy, Kipti gibi çeşitli dillerdeki adlandırılmalar Bizans döneminde yerleşiyor ve Çingene kimliğini tanımlayan sosyal özellikler İstanbul’dan dünyaya yayılıyor. İmparator IX. Konstantinos ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinde İstanbul’a yeni Çingene toplulukları da getirtiliyor ve kentte Osmanlı döneminde itibarlı bir yer kazanıyorlar. Geleneksel eğlence sanatlarındaki ihtisaslaşma, müzisyenlik, dansçılık, akrobatlık, ayı oynatıcılığı, yılan oynatıcılığı, sihirbazlık, falcılık gibi konular yanında Çingeneler at ticareti, ulaştırma, sepetçilik, oyacılık, nalbantlık, demircilik, kalaycılık gibi uğraşlarla kentte işlevsel bir yer ediniyorlar. Padişahların tahta geçiş kutlamalarındaki tören alaylarını, İran’a ve Avrupa’ya sefere giden ordularını, şehzadelerin sünnet törenlerini temsil eden minyatürlerde yer alıyorlar. Bu dönemde ünleri, maharetleri İmparatorluğun başkentinden bütün dünyaya yayılıyor. İstanbul bütün ihtişamı ve zenginlikleri ile birlikte bunda payı olan Çingeneler ile de tanınıyor. Buna karşılık zaman zaman Çingenelere yönelik baskılar da yok değil. Bazen sur dışına atılıyorlar. Ancak günümüze doğru dışlanma daha trajik bir hal kazanıyor. İstanbul’daki diğer cemaatler nasıl ırksal ve dinsel kimliklerin baskın egemenliği altında giderek dışlanıyorlarsa, Çingeneler de neredeyse bütün vatandaşlık statülerini kaybediyorlar. Onlara ikinci sınıf, hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapılmaya başlanıyor. Vatandaşlık hakları zaman zaman sivil toplum-devlet işbirliği ile ellerinden alınıyor ve sürekli tehdit altında yaşıyorlar. Yasalara göre bir ayrım olmasa da keyfi uygulamalar yapılıyor, başka vatandaşlara tanınan haklar onlara tanınmıyor. Kamu görevlileri genellikle Çingenelere kötü davranıyorlar. Bu durum Çingene cemaatinin içine de yansıyor. Yerleşik düzene geçmiş olanlar ile olmayanlar, asimile olup Türk kimliğine kavuşmuş olanlar ile olmayanlar arasında bir mücadele başlıyor. Çingeneler de birbirlerini dışlıyorlar. Yerleşik düzendekiler kendilerine ‘Roman’ diyorlar, göçebe olanları ‘Çingene’ olarak adlandırıyorlar. Her durumda ‘Çingene’ olmak, dışlanmayı hakkeden bir özellik gibi algılanıyor, yerleşik düzene geçenlerden bir kısmı kendilerinin aslında Fatih zamanında İstanbul’a geldiklerini, herkesten daha fazla Türk ve müslüman olduklarını söylüyorlar.


Çingeneler için kent dışına atılmak, yaptıkları işler ve uğraşları göz önüne alındığında ‘ölüm’ demek

Buna karşılık günümüzde özellikle İstanbul’un kültür hayatında Çingenelerin çok önemli bir yeri var. Osmanlı klasik müziği, popüler müzik, bugünlere doğru giderek gelişen arabesk tarz içinde tanınmış Çingene sanatçıları yer alıyor. Kimi Çingene sanatçılar sivrilerek cemaatlerinin yaşadığı dışlanmadan bir ölçüde sıyrılmayı başarıyorlar. Konservatuarların, üniversitelerin yanında Çingeneler geleneksel müzik eğitimi konusunda hala önemli bir yere sahipler. Karşılaştıkları bütün zorluklara, ayrımcılığa, başka vatandaşlara tanınan ama onlara tanınmayan eğitim fırsatlarına rağmen Çingeneler İstanbul’un kent yaşamı içinde yer almayı, varlıklarını korumayı sağlıyorlar. Özellikle Sulukule yetiştirdiği usta müzisyenler ve dansözler ile İstanbul’un eğlence hayatında önemli bir yer tutuyor. Bu semtte neredeyse bütün genç kızlar doğdukları günden başlayarak dans etmenin bütün inceliklerini öğreniyorlar. Sulukule semti dans evleri, ‘oryantal’ ve ‘göbek havası’ ile ünleniyor. Dansözlerin ve müzisyenlerin maharetleri o kadar uluslar arası bir tanınmışlığa kavuşuyor ki, her ne kadar dışlansalar, hor görülseler de sosyete onları keşfeden sinema sektörünün ve seçkinlere hizmet veren eğlence sektörünün etkisinde kalarak bu dansa merak salıyor. Göbek dansı zenginlerin partilerini süslüyor, dansözler televizyonlardaki yılbaşı programlarının vazgeçilmez unsuru oluyor, tıpkı falcılığın son yirmi sene içinde moda olması gibi. Diğer Çingene semtleri de sanat müziği konusunda yetiştirdiği ustalar ile tanınıyor. Buna karşılık Çingenelerin yaşadığı mekanlar kötü gözle görülüyor. Bazen de uyuşturucunun, yankesiciliğin merkezleri olarak algılanıyor. Yoksulluğun, dışlanmışlığın bunda payı olduğu kadar, her halde Çingenelerin aşiret halinde yaşamaları, kapitalist birikim modeliyle uyuşmayan bir yaşam tarzını benimsemiş olmaları da diğer önemli bir neden. Bu nedenlerle Çingeneler, yerleşik düzene geçmiş dahi olsalar, İstanbul’da yerel yönetimlerin gerçekleştirdiği projelerde ‘kışkışlanacak’ kişiler olarak görülüyorlar. Örneğin 1960’lara doğru dönemin kent yönetimi hükümet işbirliği ile Sulukule’de büyük yıkımlara girişiyor. Mahallenin büyük bir bölümü dozerler altında kalıyor. Bugün de ‘kentsel dönüşüm’ deyince kent yönetiminin aklına gene apartmanlaşmamış, gelişmemiş Çingene mahalleleri geliyor. Eski güzel günlerden, renkli dünyalarından geriye çok az şey kalmış olsa da Çingeneler hala İstanbul gibi kozmopolit bir kentin önemli bir unsuru. Bugün eskiden olduğu gibi kentin sınırlarında olmayan, artık merkezinde yer alan bölgelerde yaşam savaşı veriyorlar. Toplayıcılık yaparak kentin içinde üretilen katı atıkların geri kazanılması için gece gündüz çalışan, müzisyenlik konusunda eski geleneklerini sürdüren, renkli düğünleri, eğlenceleri ile kent merkezini canlandıran Çingenelerin bu yeni ‘kentsel dönüşüm’ operasyonlarıyla kentin tamamen dışına atılması planlanıyor. Oysa bu yerleşik Çingeneler için kent dışına atılmak, yaptıkları işler, bir bakıma ‘hayatta kalma reçeteleri’ olan uğraşları da göz önüne alındığında ‘ölüm’ demek. Bu nedenle STK’ların, meslek insanlarının, uzmanların Çingene topluluğunun yaşam koşullarının bu şekilde ellerinden alınmasına karşı durması, durmakla da kalmayıp kent yönetimleri ile birlikte onların yaşama koşullarını iyileştirmeye yönelik katkıların sağlanması için bir şeyler yapması gerekli. Eğer Çingenelere vatandaşlık ve kentlilik hakları tanınmazsa, bu kentte mağduriyet sırası hiç şüphesiz başkalarına da gelecek.

20 Ekim 2008

ADALAR POSTASI-209: beyoğlu'nda gezersin!

ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005

ergin sezgin: “Bugünlerde Beyoglu'na hiç gitmeyin derim gitmeyin ve yüreginizi de yakmayin...”
diye yazmis mektubunda...

O halde 26 Temmuz 1912 gunu Grand Rue de Pera’da iyi gezintiler dilegiyle...

26 Temmuz 1912
Grand Rue de Pera, Constantinople
Underwood & Underwood

ADALAR POSTASI-208: lale devri geldi!!!

ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005

From: Dilek TURGAY
Date: Fri, 2 Dec 2005 15:54:40 +0200
To: ADALAR POSTASI
Subject: RE: ADALAR POSTASI: Lale Devri geldi!!!


Ne istanbul'un simgesi laleden ne de lale devriminden haberdarız. Sonuçta da 3 milyon lale dikiminin tanıtım kampanyasını "LALE DEVRİ GELDİ" sloganıyla gerçekleştiriyorlar. Vay halimize...

www.turizmgazetesi.com adlı sitede yayınlanan ve Rafet Kayakıran'ın yazmış olduğu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.

Sevgiler,

Dilek Turgay


LOGOMUZ LALE- PORTAKAL.. SOKAKLARDA PALMİYE!!

Ülkenin logosu Lale.. Sokaklarda, bahçelerde yok tek bir lale ..
Şehrin sembolü, festivali Portakal.. Sokaklar çamur, bahçelerse beton..
Ne var? 1070 adet Palmiye dikimi var..

Burası çölde yaratılmış Dubai mi , Şarm El Şeyh mi? Burası Tropik bir ada mı? Bu şehrin sembolü Palmiye mi? Burası Altın Palmiye Festivalinin yapıldığı Kan mı (Cannes) ?

Burası neresi?

Burası, antik dünyanın 2 harikasının, Mimar Sinan’ların, modern dünyanın bedevi palmiye ve kulelerine esir düştüğü yer mi? Burası Atatürk Orman çiftliklerinin , çöl palmiyelerine selam durduğu yer mi?

Burası neresi?

Burası, doğanın verdiği denizi, güneşi bedavadan satarken kirleten, kesen, yok eden ve yerine diktiği betonların arasını Afrika palmiyesiyle süsleyen gece konanların beldesi..

Sadece doğanın sunduğunu satabilmek ve onu yıkarak, keserek, kirleterek yok etmek, üstüne tek bir kültür ekleyememek turizm midir?

Her tarafından narenciye fışkıran bu topraklardan, bu ağaçları kesip atmak ve yerine palmiye dikmek belediyecilik midir?

Belek’te kalan Hollandalı turist soruyor: ‘’ Gelmeden önce, tüm Türkiye kataloglarında, reklamlarında, afişlerinde hep bir lale logosu görmüş ve bizim olduğuna inandığım lalenin aslında sizden geldiğini araştırıp okumuştum.. Ama gelince tek bir lale göremedim.. Neden sevmediğiniz ve ekmediğiniz bir çiçeği logo seçtiniz? Bir de her sabah otelde taze portakal suyuna çok sevindim ama bunu her halde adından belli Portekiz’den ithal ediyorsunuz diye düşündüm çünkü tek bir ağaç göremedim.. ’’ (portakal=portugal)

Antalya havalimanına inip, araca binen turist, her köşede lale tarhlarıyla karşılaşsa.. Yolun iki tarafında uzanan ‘’Altın Portakal’’ ağaçlarına baka baka oteline gitse, otelin bahçesindeki turunç ağacı altındaki barda, barmenin ağaçtan kopardığı mandalini , şeftali, kavunla karıştırarak yaptığı rakılı kokteyli yudumlasa .. Bize öz bir farklılığı yaşasa..

Marka marka diye tutturmuş giderken, asıl markanın doğanın ta kendisi olduğunu, artık doğal yetişen çöl kaktüsü ve kurumuş palmiyeler arasındaki betonda oynayan torunumuza, laleyi ve turuncu sadece resimlerden açıklarken belki anlarız…

ADALAR POSTASI-207: ikinci lale devri geldi!!!

ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005



From: ergin sezgin
Date: Fri, 2 Dec 2005 06:13:01 -0800 (PST)
To: ADALAR POSTASI
Subject: †kinci Lale Devri geldi!!!


Olmayan þey baðlanmaz ama birilerinin basireti baðlandý ...

Ya gerçekten basiret sahibi olsunlar ve üzerine almýþ gibi göründükleri görevlerini yapsýnlar,

Ya da olmayan basiretleri iyice baðlansýn...

Mevsimlerden Bahar deðil Lale soðanlarýnýn müjdesini veriyorlar.

Þaka gibi bir internet sayfasý hazýrlamýþlar www.istanbulunlalesi.com ...

Umarým ve dilerim ki bu isim üzerlerine yapýþýr kalýr.

Ýstanbulun lalesi...

Ancak bukadar olur bu kadar cuk oturur...

Lale bir devirdir..

Safahat içinde gelmiþ ve geçmiþtir...

Umarým ve dilerim ki bu devirde geçicidir ve geçer de gider...

Ýstanbul'un kaldýrým sorunundan sonra lale sorununada el attýklarý ve bu devrin adýna ikinci Lale Devri de diyebilmemiz için yaptýklarý çalýþmalar için istanbul adýna teþekkür ederiz.

Tüm Kaygýlarýmla,

Ergin...

Not: Çinden Granit ithal et ve sök tüm eski kaldýrýmlarý döþe ithal taþlarý yaþanmýþlýðýn bütün izlerini yok et, Akþam diktiðin aðaçlarý sabah sök, Fransa'dan Gül ithal et, Hollanda'dan lale soðaný ithal edip Çumra'da ürettiðini söyle bu bahar gelecek lale devrini müjdele, Erzurumda organik buðdaydan ekmeði tüm yurdun göçünü önleyecek proje gibi ilan et, Dubai'li imiþ gibi görünen yeni ortaða ver eski garajý dik kuleleri ve kitle güzelim Ýstanbul'u ve bu faturayý kimin ödediðini sakla saklayabildiðin kadar.

Bugünlerde Beyoðlu'na hiç gitmeyin derim gitmeyin ve yüreðinizi de yakmayýn...

Devri Lay lay Lom bitti .Ýkinci lale devri baþladý...

ADALAR POSTASI-206: Heybeliada Deniz Okulu Mozaik Panosu: Kültür Varlıkları Kimin-Nasıl korunur?

ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005



From: Rezan Peya Gokcen
Date: Fri, 2 Dec 2005 06:12:25 -0800 (PST)
To: ADALAR POSTASI
Cc:
Subject: Heybeliada Deniz Okulu Mozaik Panosu: Kültür Varl‡klar‡ Kimin - Nas‡l korunur?

Heybeliada Deniz Okulu Mozaik Panosu: Kültür Varlıkları Kimin- Nasıl Korunur?

Heybeliada Deniz Okulu mozaik panosunun dünya sahnesinden yok olmasý ile ilgili soruma gelen yanýtlardan anlaþýlýyor: 1954'te briket duvar üstüne çekilen harç satýha yapýþtýlmýþ, boyutlarý bu 7m.'ye 30m.lik yani 210 metrekare olan mozaik tarzý sanat eseri, binanýn tümü yýkýlýrken kýrýlýp, kutulara konulmuþ (son ayrýntý Erendiz Özbayoðlu iletisinden). Sonrasý bilinmiyor, þimdilik. Kendi elinden çýktýðý için yapýtýn birinci sahibi sanatçý Ferruh Baþaða bir konuþmasýnda þöyle demiþ:

''Ben baþtan beri, yaptýðým iþlerin , eserlerin topluma ulaþmasýný, toplum tarafýndan görülmesini isterim. Bu açýdan mimaride yer alan duvar resimlerini, mozaikleri, vitraylarý, freskleri, rölyefleri çok sevdiðimden, resmi daire,okul, hastane, banka gibi yerlerde eserler yapmaya hep öncelik verdim. Bunlar hem büyük boyutlarda olabildiðinden uzaktan bile görülebiliyor, hem de her zaman halkýn önünde. Dolayýsýyla seyircisi çok ve seyirci bunlara alýþtýkça resmi de, sanatý da benimsiyor. Bunun resim ve plastik sanatlarýn ülkemizde geliþmesinde büyük faydasý olacaðýný düþünüyorum .''

Kültür Varlýklarý bu demek; hepimize sunulan, insan hayalinden çýkma, taþýnýr veya taþýnmaz, bir takým nesneler, yapýlar, ve benzeri..geçmiþten veya çaðdaþ hayatýn doðurduðu, o yerin yaþam dokusunu insanlarýn belleðine iþleyen þeyler. Bu bakýmdan, Heybeliada mozaik panosu yalnýz Deniz Kuvvetleri'nin, hatta sanatçýnýn bile deðil, artýk hepimizin malýydý. Korumak gerekirdi.

Dev Mozaik Panonun yýkým sürecini biraz açmak için 17 Mayýs 2001 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Deniz Som'un yazýsýndan aktarýyorum:

''Þu sýralar binanýn yýkýmý sürüyor. Binanýn cephesindeki pano ise henüz duruyor ve yerinden sökülüp baþka yere nakledilmesi için en az 100.000 $ gerekiyor.....Hiç olmazsa panonun bulunduðu duvar yýkýlmasýn..Duvar dursun... Hatta bugün bile baþlatýlacak bir kampanya ile sanata, tarihe ve denizciliðe saygý duyan kurum ve kuruluþlarýn 5'er 10'ar bin dolarlýk katkýsý ile 100 bin dolar da toplanýr, 150 bin dolar da...Panoyu biz yýkmayalým..''

Mozaik panonun sökülmesi, taþýnmasý, restorasyonu için 100.000 dolarlýk bütçeyi kim çýkardý? Pano nereye taþýnacak?Teknik Üniversitesi'nin, Mimar Sinan'ýn, Yýldýz Üniversitesi'nin Restorasyon Bölümüne, yahut Mimarlar Odasýna hiç danýþýldý mý? Hani, Deniz Kuvvetleri Komutanlýðý Genel Sekreteri Dn.Kur. Albayý Caner Bener'in sözlerine bakýlýrsa, Preveze Deniz Savaþý Panosunu teknik olarak sökmek mümkün deðildi? Deniz Kuvvetleri'nin 1953'te açtýðý yarýþma sonucu birinci seçilen ve 1954'te inþa edilen ayný Mozaik Pano, Genel Sekreter Bener'in açýklamasýna göre, gene Deniz Kuvvetleri'nin talebi üzerine, sanatçý F. Baþaða tarafýndan 6 Aralýk 2000 tarihinde, sökülmesi, taþýnmasý, restorasyonu masraflarý karþýlýðý, Ýþ Bankasý'na baðýþlanmýþ (architera sitesinden). Yani, Deniz Kuvvetleri'nin bu iþlemleri yapacak 100.000 $'ý yokmu imiþ de eserini kurtarmayý sanatçýnýn üzerine yýkmýþlar? Neden bir kültür varlýðýný kurtarma sorunu kamu oyuna gereken sorumlulukla duyurulmadý? Daha sonra, kendisine hibe edildiði halde, Ýþ Bankasý çýkacak zorluklardan ve para harcamaktan kaçýnarak, Heybeliada Mozaik Pano projesini üstlenmekten vazgeçmiþ. Bu olay da sanatçýya yapýlan son derece kaba bir davranýþ. Ayrýca, toplumumuzda bir takým kiþi ya da kurumlarca Kültür Varlýklarýnýn vakarýna, sevgisine, koruma anlayýþýna yeter derecede önem verilmediðini gösteriyor.

Þimdi biz, polemiðe girmeden, adý geçen ilgili makamlardan yukarýda iþaret edilen muðlakta kalmýþ noktalara aydýnlatýcý yanýtlar bekliyoruz. Belki de yýkýk mozaik panomuz kutular içinde bir kenara atýlmýþtýr! Bu, arkeoloji ve sanat eðitimi almýþ birinin rüyasýna benzemekle beraber, netice hiç belli olmaz. Hiç olmazsa, anayasal hakkýmýz olan bilgileri edinmiþ oluruz. Ferruh Baþaða 1914 doðumlu ..Cömertçe, elinde eskizler olduðunu, yeniden yapýlmak istenirse yardýmcý olabileceðini belirtmiþ; kendisini rahatsýz etmeden, ilk önce durumu etraflýca anlayalým istemiþtik.

Heybeliada Deniz Okulu'nda F.Baþaða'nýn yapýtý mozaik panonun 2001'de yýkýmýyla sergilediði çeliþki açýsýndan, tuhafý, geçen ay, 11 Kasým 2005 gününde, Cumhurbaþkanlýðý Kültür ve Sanat Ödülü alanlar arasýnda sanatçý Ferruh Baþaða'nýn var olduðunu kaydedelim. Cumhurbaþkaný Ahmet Necdet Sezer'in ödül merasiminde söylediði þu sözler gayet cesaret verici:

''Uluslar, ekonomik zenginliklerinin ötesinde, bilim, kültür ve sanat gibi deðerleriyle varlýk gösterdiklerinde çaðdaþ dünyayla bütünleþebilir, geliþip saygýnlýk kazanabilirler. Bu nedenle, bir ülkenin bilim üreterek, insanlýðýn ilerlemesine katkýsýnýn yaný sýra, kültür ve sanatýn evrensel anlatým olanaklarýný kullanmadaki baþarýsý da çaðdaþ uygarlýk düzeyine ulaþmasýndaki temel ölçütlerdendir''.


Rezan Peya Gökçen


Not: bu kýsa yazýyý yazarken (denizhaber.com) ve Emre Kongar'ýn sitesinden de faydalandým.

ADALAR POSTASI-205: Oral Çalışlar'dan pano yazısı...

ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005

Cumhuriyet - Oral Çalışlar
10 Eylül 2003

Heybeliada'daki Preveze Savaşı Panosu



Heybeliada vapur iskelesinin hemen yanı başında tarihi Deniz Harp Okulu binası yer alırdı. Deniz Harp Okulu için, geçen yıllarda Tuzla'da bir kampus inşa edildi ve okul oraya taşındı. Deniz Harp Okulu'nun taşınmasıyla binalar Deniz Lisesi'ne kaldı. Deprem sırasında büyük binalardan birisi hasar gördü.

Heybeliadalılar bundan sonra olanlar hakkındaki düşüncelerini bir mektupla dile getirdiler. Bu mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum: ''Bahriye Okulu ilk olarak Kasımpaşa'da 1773 tarihinde kuruldu. Kasımpaşa'daki bina yetersiz gelince Heybeliada'ya taşındı. Bu tarihi okulda Osmanlılar ilk defa, donanmalarında gereksinim duydukları yüksek eğitim düzeyinde denizciler yetiştirmeyi hedeflemekteydiler. Yurtdışından modern top dökümhaneleri ve gemi tezgâhları getirtildi ve okul kısa sürede modern eğitimin önemli kurumlarından biri oldu. Haliç, Karaağaç'tan başlayan bu atılım, Cami Altı Mevkii'nde 'Mühendishane-i Hümayun' adı ile Deniz Harp Okulu'na dönüştü.

İskeleden bakılınca kurumun en eski iki binası sol tarafta bulunuyor ve hâlâ eğitim amacıyla kullanılıyor. Üzerinde adanın sembolü haline gelmiş, ressam Ferruh Başağa'nın yaptığı, Preveze Savaşı'nı betimleyen (7x30 mt) 210 m2'lik mozaik panonun bulunduğu, daha yeni üçüncü bina, Mayıs 2001'de, panoyla beraber yıkıldı.''

2000 sonbaharında adayı terk eden yazlıkçılar baharda geri döndüklerinde, adanın sembolü haline gelmiş binanın ve de panonun yıkıldığını büyük bir şaşkınlıkla öğrendiler. Depremden sonra bina hasar görmüş, onarım yerine okulun yıkılmasına ve yeni gereksinimlere cevap verecek bir binanın yapılmasına karar verilmişti. Yeni yapılan bina 7 kata denk gelen bir yükseklikte, eski binaya ve yanındaki binalara göre çok hantal, duruş olarak çok önde ve diğer binalara neredeyse bitişik düzende inşa edildi. Adanın 1. derecede SİT alanı olmasına karşın, hangi izinlerle bu binanın yapılabildiği anlaşılmadı. Binanın üstünde yeni panolar yapılması için iki boş duvar bırakıldığı görülüyor.

Adalılar tarihi panolarını kaybetmiş olmaktan ve yeni binanın artık telafisi mümkün olmayan çirkinliğinden son derece üzgünler. Bina şimdiki haliyle etrafındaki tarihi binaları ezip geçiyor, adanın dokusunu ve görünümünü bozuyor, imar kurallarının delinmesi konusunda çok ciddi bir örnek oluşturuyor. Ada halkı, emekli askerler dahil durumdan son derece rahatsız ve binayı bir mimarlık faciası olarak değerlendiriyorlar.

Adalılar, yetkililere şu soruları soruyorlar: -Tarihi pano yıkılırken Kültür Bakanlığı ve koruma kurulları neredeydiler? Cumhuriyet devrinin böyle büyük bir yapıtının yok olmasına nasıl seyirci kaldılar? İş Bankası sponsor olmayı teklif etmişken nasıl bu işi yarım bıraktı? Medya bu olaya neden yeterince yer vermedi?

- Heybeliada gibi çok önemli bir noktaya neden fazladan bir duyarlık gösterilmiyor? Bina estetik nitelik taşımamasının yanında, imar yasalarını ihlal eden bir durumdadır. Neden bina profesyonelce hazırlanmış bir projeyle yapılmıyor? Pek çok durumda devlet binalarının imar yasalarını ihlal ettiklerini biliyoruz. Öyleyse bu konuda bir yasa değişikliği gerekmez mi?

Heybeliadalılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Baki Kara'nın görüşleri şöyle: Preveze Savaşı panosu ve Deniz Lisesi adayla özdeşleşmişlerdi. Adaya gelince ilk dikkati çeken bunlardı. Binayı bir müze gibi algılatıyordu, adaya gelirken sanki bir müzeye yaklaşıyormuşuz gibi hissediyorduk. Şimdi bir süngüye benziyor. Sanıyorum asker bu konuda duyarlı olacaktır.

Emekli Deniz Lisesi öğretmeni Türkan Uras da binayı eleştirenlerden: Birdenbire oldu. Pano çok güzeldi. Yeni bina bir beton yığını! Bunu nasıl yaptılar! Deniz Otobüsü İskelesi de öyle... Binanın bir katı daha yıkılmalı. Tüylerimiz diken diken oldu. Mahvetti adayı.

Ressam Deniz Aygün'ün düşünceleri de farklı değil: Adalardaki kuşkusuz en çirkin yapı; bahriyeli geleneğine yakışmayan, sivil topluma hiç de iyi örnek olmayan bir tavır. Bu ayıbın kısmen de olsa telafi edilmesi için bina bir kat yıkılmalı ve Ferruh Başağa ziyaret edilerek yeni proje çizmesi için kendisine ricada bulunulmalı.

Sanırım, Deniz Kuvvetleri de bu binadan hoşlanmamıştır. Adalılar bir çözüm üretilmesini bekliyorlar.