21 Ekim 2008

ADALAR POSTASI-210: çingenelerimize dokunmayın!

ADALAR POSTASI
2 Aralık 2005


Fotoğraf: Guillame Berggren, 1870-1910.

Çingenelerimize dokunmayın!

Korhan Gümüş


İstanbul’da ‘kentsel dönüşüm’ deyince yönetimlerin aklına apartmanlaşmamış Çingene mahalleleri geliyor

Belediyeler çingene mahallelerini boşaltmaya hazırlanıyor. Bu mahalleler arasında Sulukule, Ayvansaray, Hacıhüsrev gibi tarihi semtler de bulunuyor. Hazırlanan projelere göre bu semtlerde ‘Türk Mahalleleri’ yaratılacak. Bu defa bu semtlerde yaşayan insanları zorla değil, uzlaşma ile çıkarılacağı söyleniyor. Projeye göre bu semtlerde yaşayan insanlara kentin çevresinde yeni yerler gösterilecek. Ancak bu ‘uzlaşma’ ile yapılan ‘kentsel dönüşüm’ kararların alınış biçimi ile geçmişteki faşizan uygulamaları hatırlatıyor. Bu kararlar ‘dar bir katılım’ çevresinde, genellikle belediyelere iş yapan uzmanlar, şirketler, turizm sektörü temsilcileri ile alınıyor. Eşitsizliğe, ayrımcılığa dayanan bir uygulama söz konusu. İlk önce bu çevre tarafından kararlar alınıyor, sonra evlerini terketmesi gerektiği düşünülen insanlara bir takım seçenekler sunuluyor. Bu yeni dönemde bir tür kamu eliyle uygulanan bir ‘gentrification’ (mutenalaştırma) operasyonu ile karşı karşıyayız.

Bu semtler içinde de ilk telaffuz edilenler içinde eğlence yerleri, göbek dansı ile meşhur Sulukule yer alıyor. Sulukule, surların dibinde yer alan ve en az bin senedir İstanbul’da Çingenelerin yaşadığı bir semt. Burada Çingene varlığından sözeden ilk kayıtlar 11. yüzyıla, Bizans dönemine uzanıyor. Bu tarihlerde Çingenelere Mısır’dan (Egypt)geldikleri düşünülerek bu ad veriliyor. Çingene, Gitan, Gipsy, Kipti gibi çeşitli dillerdeki adlandırılmalar Bizans döneminde yerleşiyor ve Çingene kimliğini tanımlayan sosyal özellikler İstanbul’dan dünyaya yayılıyor. İmparator IX. Konstantinos ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinde İstanbul’a yeni Çingene toplulukları da getirtiliyor ve kentte Osmanlı döneminde itibarlı bir yer kazanıyorlar. Geleneksel eğlence sanatlarındaki ihtisaslaşma, müzisyenlik, dansçılık, akrobatlık, ayı oynatıcılığı, yılan oynatıcılığı, sihirbazlık, falcılık gibi konular yanında Çingeneler at ticareti, ulaştırma, sepetçilik, oyacılık, nalbantlık, demircilik, kalaycılık gibi uğraşlarla kentte işlevsel bir yer ediniyorlar. Padişahların tahta geçiş kutlamalarındaki tören alaylarını, İran’a ve Avrupa’ya sefere giden ordularını, şehzadelerin sünnet törenlerini temsil eden minyatürlerde yer alıyorlar. Bu dönemde ünleri, maharetleri İmparatorluğun başkentinden bütün dünyaya yayılıyor. İstanbul bütün ihtişamı ve zenginlikleri ile birlikte bunda payı olan Çingeneler ile de tanınıyor. Buna karşılık zaman zaman Çingenelere yönelik baskılar da yok değil. Bazen sur dışına atılıyorlar. Ancak günümüze doğru dışlanma daha trajik bir hal kazanıyor. İstanbul’daki diğer cemaatler nasıl ırksal ve dinsel kimliklerin baskın egemenliği altında giderek dışlanıyorlarsa, Çingeneler de neredeyse bütün vatandaşlık statülerini kaybediyorlar. Onlara ikinci sınıf, hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapılmaya başlanıyor. Vatandaşlık hakları zaman zaman sivil toplum-devlet işbirliği ile ellerinden alınıyor ve sürekli tehdit altında yaşıyorlar. Yasalara göre bir ayrım olmasa da keyfi uygulamalar yapılıyor, başka vatandaşlara tanınan haklar onlara tanınmıyor. Kamu görevlileri genellikle Çingenelere kötü davranıyorlar. Bu durum Çingene cemaatinin içine de yansıyor. Yerleşik düzene geçmiş olanlar ile olmayanlar, asimile olup Türk kimliğine kavuşmuş olanlar ile olmayanlar arasında bir mücadele başlıyor. Çingeneler de birbirlerini dışlıyorlar. Yerleşik düzendekiler kendilerine ‘Roman’ diyorlar, göçebe olanları ‘Çingene’ olarak adlandırıyorlar. Her durumda ‘Çingene’ olmak, dışlanmayı hakkeden bir özellik gibi algılanıyor, yerleşik düzene geçenlerden bir kısmı kendilerinin aslında Fatih zamanında İstanbul’a geldiklerini, herkesten daha fazla Türk ve müslüman olduklarını söylüyorlar.


Çingeneler için kent dışına atılmak, yaptıkları işler ve uğraşları göz önüne alındığında ‘ölüm’ demek

Buna karşılık günümüzde özellikle İstanbul’un kültür hayatında Çingenelerin çok önemli bir yeri var. Osmanlı klasik müziği, popüler müzik, bugünlere doğru giderek gelişen arabesk tarz içinde tanınmış Çingene sanatçıları yer alıyor. Kimi Çingene sanatçılar sivrilerek cemaatlerinin yaşadığı dışlanmadan bir ölçüde sıyrılmayı başarıyorlar. Konservatuarların, üniversitelerin yanında Çingeneler geleneksel müzik eğitimi konusunda hala önemli bir yere sahipler. Karşılaştıkları bütün zorluklara, ayrımcılığa, başka vatandaşlara tanınan ama onlara tanınmayan eğitim fırsatlarına rağmen Çingeneler İstanbul’un kent yaşamı içinde yer almayı, varlıklarını korumayı sağlıyorlar. Özellikle Sulukule yetiştirdiği usta müzisyenler ve dansözler ile İstanbul’un eğlence hayatında önemli bir yer tutuyor. Bu semtte neredeyse bütün genç kızlar doğdukları günden başlayarak dans etmenin bütün inceliklerini öğreniyorlar. Sulukule semti dans evleri, ‘oryantal’ ve ‘göbek havası’ ile ünleniyor. Dansözlerin ve müzisyenlerin maharetleri o kadar uluslar arası bir tanınmışlığa kavuşuyor ki, her ne kadar dışlansalar, hor görülseler de sosyete onları keşfeden sinema sektörünün ve seçkinlere hizmet veren eğlence sektörünün etkisinde kalarak bu dansa merak salıyor. Göbek dansı zenginlerin partilerini süslüyor, dansözler televizyonlardaki yılbaşı programlarının vazgeçilmez unsuru oluyor, tıpkı falcılığın son yirmi sene içinde moda olması gibi. Diğer Çingene semtleri de sanat müziği konusunda yetiştirdiği ustalar ile tanınıyor. Buna karşılık Çingenelerin yaşadığı mekanlar kötü gözle görülüyor. Bazen de uyuşturucunun, yankesiciliğin merkezleri olarak algılanıyor. Yoksulluğun, dışlanmışlığın bunda payı olduğu kadar, her halde Çingenelerin aşiret halinde yaşamaları, kapitalist birikim modeliyle uyuşmayan bir yaşam tarzını benimsemiş olmaları da diğer önemli bir neden. Bu nedenlerle Çingeneler, yerleşik düzene geçmiş dahi olsalar, İstanbul’da yerel yönetimlerin gerçekleştirdiği projelerde ‘kışkışlanacak’ kişiler olarak görülüyorlar. Örneğin 1960’lara doğru dönemin kent yönetimi hükümet işbirliği ile Sulukule’de büyük yıkımlara girişiyor. Mahallenin büyük bir bölümü dozerler altında kalıyor. Bugün de ‘kentsel dönüşüm’ deyince kent yönetiminin aklına gene apartmanlaşmamış, gelişmemiş Çingene mahalleleri geliyor. Eski güzel günlerden, renkli dünyalarından geriye çok az şey kalmış olsa da Çingeneler hala İstanbul gibi kozmopolit bir kentin önemli bir unsuru. Bugün eskiden olduğu gibi kentin sınırlarında olmayan, artık merkezinde yer alan bölgelerde yaşam savaşı veriyorlar. Toplayıcılık yaparak kentin içinde üretilen katı atıkların geri kazanılması için gece gündüz çalışan, müzisyenlik konusunda eski geleneklerini sürdüren, renkli düğünleri, eğlenceleri ile kent merkezini canlandıran Çingenelerin bu yeni ‘kentsel dönüşüm’ operasyonlarıyla kentin tamamen dışına atılması planlanıyor. Oysa bu yerleşik Çingeneler için kent dışına atılmak, yaptıkları işler, bir bakıma ‘hayatta kalma reçeteleri’ olan uğraşları da göz önüne alındığında ‘ölüm’ demek. Bu nedenle STK’ların, meslek insanlarının, uzmanların Çingene topluluğunun yaşam koşullarının bu şekilde ellerinden alınmasına karşı durması, durmakla da kalmayıp kent yönetimleri ile birlikte onların yaşama koşullarını iyileştirmeye yönelik katkıların sağlanması için bir şeyler yapması gerekli. Eğer Çingenelere vatandaşlık ve kentlilik hakları tanınmazsa, bu kentte mağduriyet sırası hiç şüphesiz başkalarına da gelecek.