ADALAR POSTASI-214: bir çözüm önerisi...
ADALAR POSTASI
3 Aralık 2005
http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=12470&cat=100
Bir Çözüm Önerisi
Aubrey Meyer
Çözüm: Temiz enerji (Fotoğraf: Greenpeace)*
30/11/2005
big-picture.tv'nin izniyle yayınlanmaktadır.
“Kısma ve Birleştirme” (Contraction and Convergence), tam olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konvansiyonu’nun hedef ve ilkeleri üzerine temellendirilmiş bir politikadır. Amacı, atmosferde son 200 yıldır yükselmekte olan sera gazı yoğunluğunu, gelecekteki tehlikeli seviyenin altında dengelemektir. Bu şimdiden çok zor bir iş, çünkü biz çoktan “tehlikeli” diye adlandırabileceğiniz o bölgeye girmiş durumdayız.
Bunu yapabilmek için, tanım gereği, sera gazı salımlarında büyük oranda kesinti gerçekleştirmelisiniz. Bu noktada şöyle bir benzetme yapabiliriz: Bir banyo küvetinin içinde oturduğunuzu düşünün, musluktan da su akıyor; bence bu, biraz ters de olsa, size bir şeyin birikmesi ve akıp gitmesi konusunda iyi bir fikir verir. Musluktan akan su salımlara, banyonun kısmen açık deliği de doğal yutaklara eşdeğerdir. Musluktan banyoya akan suyun hızı, delikten giden suyun hızından fazladır, yani, banyodaki su seviyesi yavaş yavaş yükselmektedir; bu ise atmosferdeki sera gazlarının seviyesine karşılık gelir. Yani, bu işin çaresi, musluğu kısmak ve deliğin suyu boşaltma hızını artırmaktır; böylece, su seviyesinin yükselmesi duracak, hatta tekrar alçalmaya bile başlayabilecektir.
İnsanların gözünden kaçan o basit noktanın en kötü tarafı şu; söz konusu olan büyük orandaki kısma işini başardığımız -diyelim ki 50 ila 100 yıl içinde- banyodaki suyun ya da atmosferdeki sera gazlarının yoğunluğu -aksi halde olacağından- yalnızca biraz daha az hızla yükselecektir. Bunun da anlamı, ısının hâlâ yükseldiği ve yıkımın -musluğun akmasına izin verseydik olacağından- sadece biraz daha yavaş olduğu, ama hâlâ sürdüğüdür.
Salım seviyelerindeki problemi çözmek için büyük bir çaba gösteriyoruz, ama hiç de büyük bir geri dönüş olmuyor. Bütün elde ettiğimiz, daha az, aksi halde olacağından daha az yıkım. Bu durum, salımları kısmakta başarılı olacağımızı varsayarsak, birkaç kuşak boyunca devam edecek.
Sera gazlarını kısmanın kaçınılmaz olarak gerekli olduğu gerçeği bir kez kabul edildikten sonra, kısma sürecinde herkesin paylarının birleştirilmesi mantıklıdır. Bu, bir huniden aşağıya akmak gibidir; bir araya gelmekten kaçınamazsınız. Kısma ve birleştirme bilgisayar programı, gerçekte tüm ülkelerin geçmişe ait tüm enerji verilerini -tüm kirlilik verilerini– alır ve daha önce olmuş şeyler olarak kaydeder; bu işin kolay olan bölümüdür. Bundan sonra ise oldukça basit bir matematik işlemi yapıp, der ki; “bunun indirilmesinin yolu budur.” Kesin olarak, rakamları kâğıt üzerinde, kontrol edebilmenizi sağlayan, başlangıçtaki bu kadar kirlilik, sondaki o kadar kirlilik, onunla bunun arasındaki fark... Sonra da bu rakamlarla, payları yarına kadar, 2010’a, 2020’ye, 2030’a ya da her neyse o zamana kadar, eşitlemek için birleştirebileceğiniz, bir uluslararası paylaşım planını kurabilmenize izin veren bir denklem kullanılır. Buna eşitlik denklemi diyoruz.
Basitçe diyebilirsiniz ki; “Böylece bu müzakere içinde ne olursa olsun, bu sorunu çözebiliriz, parametreleri de şudur.” Yani, müzakere bu projeksiyon çerçevesindedir, yoksa şu düşüncenin değil: “Vay canına, merak ediyorum sonra ne olacak?” ya da “Bu kadar çok zorluk yaşadığım için kimi suçlayabilirim?” Bu, tartışmaya bu anlamda bir disiplin getiriyor ki kesinlikle çok gerekli ve insanların, neden daha fazla seçeneğimiz olmadığını tartışmak yerine, çok daha gerçekçi bir biçimde, seçeneklerimizin neler olduğunu konuşmalarını sağlıyor.
Bu aşamada İngiltere’yi ele alalım. Bütün bunların ışığında, birçok kişi artık, küresel olarak, “kısma ve birleştirme”den türeyen, ticareti yapılabilir (tradable) ulusal kotalar diye adlandırılan, ikinci bir projeyi savunuyor. Fikir çok basit; aslında, biz bunu daha önce, savaş sırasında zaten yapmıştık. Herkes, özellikle fosil yakıt kullanma hakkına ilişkin, makul ve eşit bir pay alacak. Tabii ki bazı insanlar ortalamanın üzerinde tüketim yapacak, ama daha fazla sayıda insan, doğal olarak, ortalamanın altında tüketecek. Eğer tüketme hakkı eşitse ve herkesin hakkını sürdürülebilir ortalamaya göre ayarlayabilirseniz; başka bir deyişle, bu kotalar hem ulusal hem de ticareti yapılabilir özellikteyse, isterseniz “bir taşla bir çok kuşu hayata döndürebilirsiniz”. Aynı projede, yakıt yoksulluğu, yoksunluğu ve aşırı tüketimi gibi konuları da halledebilirsiniz; enerji tasarrufunu, ve çok daha verimli, “akıllı”, hatta -fazla değil - yeterli miktarda enerji kullanımını da tekrar bu resme katabilirsiniz. Bunun güzelliği, herkesin aynı proje içinde yer almasıdır. İnsanlar, diğerlerinin yaptıklarına duyarsız kalamaz. Yapıcı biçimde birleştirici olan bir projede, aslında tasarımı gereği, insanlar başkalarının yaptıklarına duyarlı, farkında, ilgili ve işin içinde olurlar. Bunun dünyayı kurtaracağını söylemiyorum, ama bu zorlu mücadele içinde o kadar önemli bir şey ki.
***
Afrika’daki çoğu ülkede, bırakın üst düzeyde tüketimi, fosil yakıtlardan elde edilen enerji tüketimi, kişi başına gerçekleşen küresel tüketim ortalamasının çok çok altındadır. Örneğin, Kuzey Amerika’da, üst düzeydeki tüketim, kişi başına yıllık 6-7 ton kadardır. Afrika’da ise, Orta Afrika’da, Çad veya Nijerya’da sıradan bir insan, herhalde 0,2 ila 0,4 ton fosil yakıt tüketiyor. Burada fark edilmesi gereken önemli nokta şu, bu iki farklı tüketim miktarıyla bağlantılı para miktarının, uluslararası finans sisteminin çarpıklıkları nedeniyle, daha da fazla ve daha da karmaşık bir halde olduğudur. Bu uluslararası finans sisteminde, insanlar dövizlerini dolar hesaplarında tuttuğu, hepimiz dolar tuzağına düştüğümüz, dolara tutsak olduğumuz için, ABD sadece doların üreticisi olarak etkin biçimde, tek başına bu gerçekle bile, sistemin geri kalanını vergilendiriyor. Satın alma gücü, böylece, az miktarda tüketim yapanlar açısından daha da düşüktür. Onlar, uluslararası alanda rekabet edeceklerse, bu sisteme karşı da rekabet etmek zorundadırlar. Ticaret koşulları ve borç koşulları umutsuzluk vericidir, döviz koşulları da öyle; kirlilik payları da bu koşulları iyice kötü bir hale getirir. Eğer “kısma ve birleştirme”yi uygularsak, ülkeler çok taraflı örgütlenmek zorunda kalacakları bir model içinde birlikte hareket edeceklerinden bu Birleşmiş Milletler temelinde olmalıdır. Ortalamadan az tüketenler ile çok tüketenlerin aynı hesaplar içinde bir araya getirileceği, sera gazı salımlarının eşitlendiği bir sistemde, ticareti yapılabilir ulusal kota projesinin uygulandığında, Afrika’nın sera gazı salımlarını düşünürsek, artan kıtlık koşullarında, büyük ölçüde kullanılmamış kota kapasitesi çok değerlidir.
Bunun uluslararası piyasada satabilecek bir ürüne benzediğini söylemek, yanlış değildir. Bunun için herhangi bir şey yapmalarına da gerek yoktur, eğer bu sistem uluslararası anlamda uyumlu bir sistemse, ABD dolarının çarpıklığı ya da güçlü döviz üstünlüğüyle rekabet etmeleri gerekli değildir. Şöyle diyelim; bu ülkelere, atmosferdeki kullanılmamış hakları için ödenecek kira o kadar büyüktür ki, büyük olasılıkla, kalan mevcut dış borçlarının tümünü bir gecede ödemekle kalmayıp, küresel piyasada satın alma gücüne de kavuşacaklardır. Bu yalnızca onlar için değil, sistemin genel kısıtları nedeniyle, herkes için de iyi olacaktır. Çünkü, eğer akıllıca, bu kuralların oyuna katılması gerektiğini ileri sürebilirsek, özellikle de enerji konusunda, çözüme yönelik olarak, fosil yakıt ekonomisinin kalıntılarına tutunmak yerine, temiz enerji sistemlere yatırım yaparsak, sistemin tamamı bundan yararlanabilecektir. Böylelikle, bu temiz enerji sistemlerini sağlayan insanların elini büyük ölçüde güçlendirirken, ne nedenle olursa olsun, kirli sistemlerde ısrar edenleri, açıkça cezalandırmış olursunuz. Dünya Bankası’nın fosil yakıtları sübvansiyone etmeye devam etmesinde ısrar etmektense, artık çözümün arkasında duran sistemi işletmeye başlıyorsunuz.
Sorunun varlığı konusunda bir tartışmanın söz konusu olmadığına dair artık hem fikiriz. Bir sorun olduğunu biliyoruz; bu, iklim değişikliği adı verilen küresel bir sorundur. Bunun yapısal içeriğinin, bu çarpıcı ekonomik varoluş çarpıklığı olduğunu biliyoruz. Çözüm, insanları bir çözüm modeli, bir sistem içinde olabildiğince yaklaştırmak ve hızla yaygınlaşacak temiz enerji çözümleri arayışını, bu iki şeyi bir araya getirmektir.
Bence çözüm, gelişmekte olan ülkeler için yalnızca, daha iyi ticaret koşulları ya da daha az borç filan elde etmeye uğraşmak, gelişmekte olan ülkelere karşı biraz daha az acımasız olacak kadar sevimli olmaya çalışmak değildir; bu bir hayır işi de değildir. Bu hepimiz için temel bir yapısal uyum sürecidir. İçinde bulunduğumuz duruma, top yekun, çok daha bilinçli bir kavrayışla bakmalıyız. Bu durumda artık, dünyanın sizin kadar şanslı ya da çalışkan olmayan bahtsız üçüncü şahıslarla dolu olduğunu düşünemezsiniz. Dünya aslında, “benim hayatta kalma güdüm de en az seninki kadar güçlü,” diyen birinci şahıslarla doludur ve bu konuda bir anlaşmaya varmak zorundayız. Böylece, risk altında bulunan, Bangladeş’te, Tuvalu’da, Maldivler’de ve Orta Afrika ve Sahalin gibi başka yerlerde yaşayan ve tüm kirliliğimizin alıcısı olarak, %6’lık satın alma gücünü elinde tutan şu 4 milyar insan. Onlar sadece vicdanımızda bir yara değil, kesinlikle, “bu sistem bizim için de çalışmadığı sürece, hiçbir biçimde çalışmayacaktır,” diyen, yazgımızdır. Bu politikanın özü işte budur.
***
Kesinlikle gerekli olan, salımların azaltılmasıdır, yoksa iklim değişikliği bizimle birlikte ve kendi başına çığırından çıkacak, gerçekten de artık siyasi açıdan hiçbir şeyin anlamı kalmayacak. Bu konu üzerinde hepimizin anlaşmış olduğumuzu varsayarsak, bunu yeterince hızlı bir biçimde yapmalıyız. Sorun, mevcut ekonomik büyüme düzeyini sürdürecek teknolojiye, yani yüksek-teknolojiden düşük-teknolojiye kadar uzanan enerji teknolojilerine, sahip olup olmadığımızdır. Ya da aslında – bu, benim ve daha birçoğumuzun düşüncesidir - bu tür bir büyüme modelini, yıllık %3 ekonomik büyüme oranını, sonsuza dek ayakta tutacak herhangi bir enerji teknolojisi olup olmadığımızdır. Bu imkânsız. Evrende böyle bir sonsuz büyümeye hizmet edebilecek hiçbir enerji kaynağı yoktur. Bu gerçekten de Dünya gezegeni üzerinde anlamlı değildir; işte bu kadar basit.
Eğer ekonominin sonsuz bir şekilde büyümeyeceğini kabul ederseniz, işte o noktada, işin içine çok ciddi politikalar girer. Ekonomik açıdan durumu iyi olan insanların, şu anda sahip olduklarına sahip olamaya devam edemeyeceklerine ilişkin bir mesaj almaları halinde, çok rahatsız olacakları bir sır değil, bunu anlayabilirsiniz. Güney Afrika örneğindeki gibi: 1980’lerde, polis artan suç oranıyla başa çıkamaz durumdayken, Johannesburg’da, gittikçe daha fazla sayıda, evlerini beton duvarlarla çeviren; üzerine elektrikli çitler yerleştiren; gittikçe daha karmaşıklaşan polisle bağlantılı alarm sistemleri kuran, bekçi köpekleri, tepeden tırnağa silahlı nöbetçiler edinen insanın yaşadığını bilirsiniz. Bu tür malzemeye ne kadar fazla sahip olursanız olun bir yararı olmuyordu. Bunlar sizi gelecek olan her neyse ondan korumuyordu. İnsan sonunda bu aşırı ayrıcalık hakkına sahip olma yanılsamasından vazgeçiyor. Şimdi bunu iklim değişikliği konusuna çevirin; belki de Kuzey Amerika’da yaşayan pek çok insan, Hindistan’da, Çin’de ya da Afrika’da yaşayan insanların, kendi arazi cipli zengin yaşam tarzları üzerinde kesinlikle hiçbir hakları olmadığını hissediyor olabilirler. Bunu anlayabilirim. Teknoloji takıntılı değilim, ama teknolojiye karşı da değilim. Diyelim ki ben bir kemancıyım; gerçekten iyi bir kemanla vasat bir keman arasındaki farkı takdir edebiliyorum; daha iyi olana sahip olmak daha iyidir. Bu insanların Morris Mini’lerinden Porsche’lerinden anlaşılıyor. Bunun modern insanın doğasından kaynaklandığını biliyorum. Ama mesele şu: birdenbire Miami’de cipinizin içindeyken, deniz seviyesindeki yükselme yüzünden su içinde gitmeye başladığınız için, Florida kıyısına geçemeyeceğinizi anlarsanız, o zaman olay anlamsızlaşır. Buna bakıp, “Ben aslında bu yolda ilerlemek istemiyorum, bunu durdurmak için ne gerekiyor?” diye düşünürseniz; birden sorunun köküne inerseniz. Bu felaketlerin olmasını ve Grönland’ın erimesini, Londra’nın büyük bölümünün sular altında kalmasını engellemek üzere, küresel salımları durdurmak isterseniz, artık sizinle gerçek anlaşma arasında hiçbir şey yoktur. İşte olay budur. Aslında, “kısma ve birleştirme”yi uluslararası bütünlüğü içinde düşünmelisiniz.
Tam da Amerikalıların dediği gibi, “Biz bu sorunu tek başımıza çözemeyiz.” Birçok kampanya sorumlusu, “Tabii böyle konuşursunuz, siz hepsinin içindeki en büyük en kirletici saldırganlar değil misiniz? Kendi evinizin önünü temizlemeden, kimse sizin sözünüzü dinlemez” diyerek hataya düşüyor. Böyle bir tartışmanın mantığını ki - kesinlikle intikam duygusundan kaynaklanıyor – anlayabiliriz, ama bu, temeldeki gerçeği, yadsımaz. Hayır, Amerikalılar bu sorunu kendi başlarına, Çinlilerden ya da Hintlilerden ya da Londra Belediye Başkanı’nın yapabileceğinden daha iyi bir biçimde, çözemezler. Sonuçta, küresel bir anlaşmanızın olması gerektiği ortaya çıkıyor. Bunu tanımlamak için biraz daha çaba göstermeliyiz. Bu noktada bu, kısaca “kısma ve birleştirme”dir. Yine bu noktada, birden bire kendi kendimize, “Tanrım, çocuklarımızın üzerinde yaşayabileceği bir gezegen istiyorum”, “Tanrım, gerçekten, oğlumun otomobilini sürebileceği bir yarış pisti olsun istiyorum”, ya da her neyse, “insanların yiyecek yemeği olsun istiyorum”, “kaos istemiyorum, özellikle de kaosa yol açan bir parça olmak istemiyorum”, “Tanrım, kişisel düzlemde, yani evde ya da mahallede, hatta kentte ve bütün olarak ülkede, pratik eylemlerde bulunuyorsam da bu, kendi başına yeterli değil” diyebiliriz. Bunun daha geniş bir yükümlülükle bağlantılı olduğunu bilmeliyiz. Bunun, neredeyse tanım gereği, “kısma ve birleştirme” olduğu ortaya çıkıyor. Haydi bunu sürdürelim, kendimizi engellemeyelim. Bunun son derece zor olduğunu düşünerek ya da, kendimizi bireysel güçsüzlüğümüzün kurbanı olarak görüp bahaneler aramayalım. Olayın tümünü bir parantez içine alalım, ve diyelim ki; “Evet, burada bunu yapabiliriz.” Ellerimizi dehşetle kaldırıp, “Bütün bunlar bizi aşıyor ve sonuç kaçınılmaz,” demekten daha iyidir. Karşı karşıya olduğumuz seçim budur.
Seçeneğimiz şu: çocuklarımızın ve onların çocuklarının geleceğiyle bağ kurarak, adil bir şekilde, hayatta kalma hakkını bölüşmeye yönelik bir güdü, anlayış ve etik yaratmanın yollarını bulmak; yoksa, “Herkes kendini kurtarsın, kadınlar ve çocuklar en son.. Bu konuda benim yapabileceğim hiçbir şey yok” demek değil. Belki de, en azından gelecek üç dört kuşak boyunca insanlar, birbirlerinin elini tutmak ve üzerinde, “Bunu Aşacağız” yazılı bir dayanağa tutunmak zorunda olacaklar. Olgunlaşmamız gerek, aslında hepsi bundan ibaret.
Çeviren: Melda Keskin
Londra'da bulunan, Küresel Değerler Enstitüsü'nün (Global Commons Instıtute, GCI) Başkanı Aubrey Meyer, mimarı olduğu "Kısma ve Birleştirme" (Contraction and Convergence) politikasıyla, uluslararası düzeyde devam eden iklim değişikliği tartışmalarında önemli ölçüde etkili olmuştur.
* Fotoğraf: Greenpeace / Kate Davison