19 Kasım 2008

ADALAR POSTASI-260: arif caglar'dan tahribata dair bir mektup!

ADALAR POSTASI
1 Ocak 2005

Arif Çağlar’dan tahribata dair bir mektup geldi!


Büyükada, 1 Ocak 2006

Nihayet bizim evin önünü de kazmaya başladılar. Burnundaki delicisiyle bir hafriyat makinesi duvarları sarsıp yerinden oynatarak sokağı deliyor. Makinenin önünde bir zavallı cahil elinde tebeşirle kazılacak yeri işaretliyor. Hemen bana sordu "buralardan kanalizasyon, su, telefon, elektrik geçiyor mu?" Elinde proje yok, mühendisi yok, rastgele sokakları delerek ilerliyorlar. "Buraların altında ne olduğunu ancak allah bilir, dayı, buralar 500 yıl önce yapılmış, planı projesi yoktur, biz sondaj yapıyoruz" diye de diretiyor. Verdiği zararı ödeteceğimi, duvarları çatlatıp yıktığında suçlu olacağını, ağaçlara verdiği zarar yüzünden de çalıştığı şirketin değil, kendisinin sorumlu olarak hapse gireceğini, şu anda bütün adaya verdikleri zararların hepsinin teker teker takip edildiğini söyledim. Makinesini alıp gitti. Bir saat kadar kayboldular. Karşıdaki polis lojmanlarının bahçesinde elektrikli testereyle sabahtan beri odun kesiyorlar, dağ taş inliyor. Bir saat kadar sonra başka cepheden hücuma geçtiler. Yolun öbür yanını deliciyle kazıyorlar. Ellerinde hiçbir plan yok. Hiçbir mühendis, hiçbir sorumlu yok. Cahil cühela bir alay zavallının eline güçlü kuvvetli iş makineleri verilmiş, boğaz tokluğuna adayı hallaç pamuğu gibi atıyorlar. Bunları işleten ve ihaleyi alan birileri de bir takım paraları hallaç pamuğu gibi atıyorlardır. Çocukluğumuzdan beri tanıdığımız bir İstanbul'u yok etme sahnesi. Kendi ucubeliklerine benzemeyen, kentin kent olan son iki semtine de nihayet hücum kılmış bulunuyorlar: Galata-Pera ve Adalar fethedilmekte. Bugünkü Türkiye sınırları içindeki en eski iki belediye Galata-Pera (Altıncı Daire-i Belediye, kuruluşu 1858)ve Adalar (Yedinci Daire-i Belediye, kuruluşu 1861).

Tesadüf bu ya 25 Aralık 2005 tarihli Radikal'de Murat Belge bambaşka bir konuya girmişken İzmir'in 1922'de yakılışıyla ilgili Falih Rıfkı Atay'ın "Çankaya" adlı kitabından (1980 baskısı, s. 325) aktardığı cümleler arasında şunlar da vardı: "İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi'nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi..."

Altıncı ve Yedinci daire bölgeleri ilk beldelerdi, ilk belediyelerdi. Nasılsa tahribat planında sona kalmışlar. Türkiye'nin ve İstanbul'un geriye kalan hiçbir karesi ve dairesi direnemedi. Altıncı ve Yedinci daireler de direnemeyecekler demeye insanın dili varmıyor ama bir yabancı kültür dairesi olarak görüldükleri kesin. Altıncı Daire'de binalar çok güçlüydü, yıkmaya paraları yetmedi. Yedinci Daire'ye aradaki deniz yüzünden ulaşmak kolay değildi. Durum değişmiş olabilir.

Altıncı Daire'nin imhasıyla ilgili raporu kim tutuyor bilmiyorum. Biz Yedinci Daire'de şöyle bir rapor tutabiliriz:

1.
Büyükada karakolundan başlayarak Kumsal'a oradan da denize içinden insan yürüyebilecek çapta künkler döşenerek caddeler ve sokaklar tahrip edildi. Bu kanalizasyonun döşenmesinin nedeni hakkında sadece rivayetler var. Güya her güçlü yağıştan sonra çarşıyı ve dükkanları su basıyormuş, bu künkler yoluyla sadece yağmur suyu denize aktarılacakmış. Şu anda açık olarak denize kanalizasyon, yani atık su ve pislik aktarıldığı yerinde gözlenmiş bulunuyor. Kumsal'dan artık denize girilemez olsun istiyor Adalar Belediyesi zaar ya da bilmediğimiz başka bir planla karşı karşıyayız.

2.
Doğal gaz borularının döşeniş şeklini gören herkes bu boruların her türlü güvenlik ve emniyet koşulları dışında döşendiğini anlamıştır. Ayrıca bir bilirkişi heyeti getirip rapor tutturup sorumluları hakkında dava açıp durumu düzeltmek gerekir. En azından pek bir heves ve cehaletle duhul etmek istediğimiz o Avrupa Birliğin'de bu işler böyle yapılır. Bizde olduğu gibi aylar ve yıllarca sonuçsuz mahkemeler falan da yapılmaz, en geç iki hafta içinde suçluyu bulur cezasını verirler. Bu duruma izin veren kamu yönetimindeki sorumlular da gerekli cezayı hemen alırlar. Biz işi bu duruma getiremedikten sonra da bizi Avrupa Birliği'ne falan almazlar. Sonuç olarak ben İstanbul'a ilk kez doğal gaz döşenmesine girişildiğinde hatların emniyet ve teknik şartlara uygunluğundan sorumlu bir kontrol başmühendisi tanıyorum ama adamcağız yapılanların vahametini gördüğü ve vicdanı olduğu için çok sevdiği işinden derhal istifa etmek zorunda kalmıştı. Bu işin biliirkişi heyeti kimlerden oluşabilir? Benim gücüm bunu bulmaya yetmiyor? Yardım edecek birisi varsa haber versin. Çankaya Caddesi'yle Doğan Bey Sokak köşesinde doğal gaz, elektrik (?), su ve kanalizasyon borularının nasıl yanyana ve üstüste döşendiğini belgeleyen bir fotoğraf bu yazının ekinde. Günlerdir gördüğümüz birçok resimden sadece bir tanesi.

İstanbul'un en büyük tehdit altındaki deprem bölgesinde, fay kırığına sadece 9 km mesafede böylesine sorumsuz iş yapan kamu ve devlet kuruluşlarının sorumluları için ne yapılabilir?

3.
Doğal gaz hattını döşeyen grubun ne derece vasıfsız ve iş bilmeyen bir grup olduğunu dehşet içinde hep birlikte seyrediyoruz. İGDAŞ ve İSKİ'yle her nedense aynı cephede olmayan TELEKOM ve elektrik idaresi neredeyse her kazma darbesinde kendi hatlarının hasar görmesinden şikayetçi. Bütün hasarı tespit için rapor tutmaya çalışıyorlar. Her hasar için olmasa bile bir kısmı için rapor tutulup derhal sorumlu yere iletiliyor, tazminat ya da ceza isteniyor. İşi ve malı götüren firma tazminat meselesiyle uğraşmayacak kadar zengin, her rapora 17 milyar TL ceza verip olayı kapatıyormuş. Bu ne zenginliktir, bu ne savurganlıktır? Ama ne telefon ne de elektrik idaresinin çalışanları verilen hasarı tespite yetişemiyorlar. Bir yandan da hasarı gidermek zorundalar zaten, elemanları bütün bu işlerin hepsini yapmakta yetersiz kalıyor. Böyle bir saldırıyı onlar da hesaplamamışlar.

Etrafı tahrip ederek ilerleyen doğal gaz grubu hasar tespitini engellemek için özellikle tatil günleri ve gece çalışıyor. Bu ifade elektrik ve telefon idaresinin adamlarına ait. Gerçekten de geceleri ve özellikle tatil günleri en hassas noktalar hızla kazılıp döşenip üstü örtülüyor.

İşin daha da vahim yanı adada oturan ahalinin çoğunun bu kış mevsiminde bu tahribat sırasında evlerinde olmayışlarında. Yaza geldiklerinde evlerinde kanalizasyon, su, elektrik ve telefon hatlarındaki hasarı bildirecekler ve bu hasarın ortadan kaldırılması için yeniden her yer kazılmaya başlanacak. Bu işler yapılırken evde oturalamaz olunması ayrı bir hikaye. Bizim ülkede bunun da sorumlusu yoktur.

Ve nihayet son bir not olarak: geçen hafta Büyükada'nın tepelerindeki Kandilli ve TÜBİTAK MAM'a (Gebze) bağlı deprem ölçme istasyonu ADSL hattı cuma gününden pazartesi günü akşamına kadar kesikti. Nedeni İGDAŞ'ın hafriyatı. İstanbul'u tehdit eden fay hattına en yakın istasyonun veri iletim hattı kesiliyor, hiçbir yaptırımı yok, sorumlu kimse yok.

4.
Bir rivayete göre doğal gaz döşenmesi bittikten sonra İSKİ kanalizasyon için kazmaya başlayacakmış. İSKİ zaten 2005 kışını ve baharını kötü bir su borusu döşemesiyle hepimize zehir etmişti. İSKİ'nin kazıp bozduğu yollar baştan savma asfaltlandı. Eski asfalt ve yollar daha düzgündü, yeni asfalt baştan aşağı ondüle ve bozuk.

İSKİ su borusu döşerken İstanbul'un en çok ahşap evinin ve en yoğun orman arazisinin bulunduğu Adalar'a asla hidrant koymadı. İtfaye idaresiyle kavgalılar zaar. Ev ve orman yangınlarında itfaye su bulmakta zorluk çekiyor, hidrant konulmamış ve zaten su boruları yetersiz. Bu ihaleleri kim planlar, kim nasıl kime verir, kim kontrol eder, hepimizin parası nasıl heba edilir, tam bir muamma.

Güya yıllardan beri elektrik ve telefon hatları yer altına alınmak istenir, projeler, planlar yapılır. Büyük bir masraf ve savurganlıkla bütün yolları açmışken niçin diğer hatlar da yer altına alınmaz? Bu zenginliğin ve hovardalığın bir sorumlusu var mıdır? Yoksa her seferinde halkın parası özel bir yerlere mi uçurtulmak isteniyor?

5.
Doğal gaz döşenmesi bahanesiyle verilen zarar her zamanki zararı geçti. Ağır hafriyat makineleri ile bütün kaldırımlar çökmüş ve bozulmuş durumda. Evlerin duvarları hasar gördü, yıkılan bahçe duvarları bile var ve işin asıl korkunç yanı bunca sarsıntı ve yeri oynatmadan sonra zaten sürekli kayan ada arazisi üzerinde en ufak yer sarsıntılarında bile ortaya çıkacak hasarlar. Şimdi bu hasarın zeminini hazırlamış olanlar pek yakındaki o günlerde bulunamaz olacaklar. Şu andaki hasarı ve risk faktörlerini arttırıcı tahribatı tespit edecek bilirkişi bulmak ülkemizde zor değil ama bunları çalıştırıp rapor tutturacak ve gerekli takibatı yapacak kimse yok. Bu işi yapmakla görevli kamu ve devlet kuruluşları, belediye ve mülki amirlikler görevlerini yerine getirmiyorlar, sanki bu tahribatı engellemek onların sorumluluğunda değilmiş gibi işi halka, yurttaşlara, STK'lara falan bırakıyorlar. Her kepazeliğin takipçisi bilinçli vatandaş olmak zorundaymış gibi. Bu rezaletleri engellemek için görev başına getirilmiş olanlar izzet ve ikbal içinde görevlerini ihmalle meşguller ve bu durumun takipçisi ve sorumlusu da yok. Hal böyle olunca STK ve bilinçli vatandaş uyutmaları özel bir politika haline geliyor: Siz itiraz ededurun, biz malı götürelim.

6.
Doğal gaz hattı bahanesiyle altüst olan Ada yollarında, kaldırımlarında ve az sayıdaki meydanda açılan çukur v.b. hiçbir şey işaretlenmemiş, her an ve hele gece karanlığında herkesin kolaylıkla kaza geçirip yaralanabileceği şekilde vatandaşa karşı kurulmuş tuzaklar halinde. Bundan bir ay kadar önce, daha bu tahribat ve saldırının başında koca bir kamyonları kendi açtıkları çukura düşüp ağır bir kaza geçirdi, şoförü hastaneye kaldırıldı. Bu ülkede her idare kendi çalışanını kendi açtığı çukura düşürür. Orhan Veli PTT'de çalışırken PTT'nin açmış olduğu çukura düşmüş, geçirdiği bu kaza yüzünden ölmüştür. Şu anda tarumar edilen yollardan ne ambulans geçebilir ne itfaye. Zaten yayalar bile zor geçebiliyor, hatta geçemiyor. Çocukları ve yaşlıları zaten kimse düşünmez, sanki onlar bu ülkenin insanı değil.

7.
İGDAŞ ve Büyük Şehir Belediyesi ve Adalar Belediyesi'nin doğal gaz döşeniyor v.b. bahanelerle verdiği zararı kim tazmin edecek, bu ülkenin malına verilen bu zararın sorumlusu kimdir? Yollar, kaldırımlar, elektrik direkleri, telefon hatları tahrip ediliyor ve bu yollar ve kaldırımlar şimdiye kadarki tecrübenin de gösterdiği gibi asla bir daha eskisinin kalitesinde yapılmayacak, bunun sorumlusu kim olacak?

8.
Verilen zarar sadece insan elinden çıkmış olana değil, doğa da bu tahribattan payını yeterince alıyor. Ağaçların dalları gövdeleri haince zedeleniyor, hatta ağaçlar dikkatsizlik yüzünden kırılıp kesiliyor. (Eski Sinek Bar'ın çapraz karşısında köküne yakın yerden kepçeyle koparılmış bir ağaçtan kalan çaresiz cılız gövde izini vapura giderken ve gelirken görebilirsiniz. Geçen hafta ortasında kepçeye kurban olmuştur.) Zaten bir yılı aşkın bir zamandan beri ağaçları yok etmek için olacak bilinçsiz bir budama operasyonuyla karşı karşıyayız. Bu yetmiyormuş gibi İGDAŞ'ın ağır hafriyat makineleri rahat çalışsın diye hücum edilecek sokaklara önden adam koşturup ağaçların dallarını kestiriyorlar. Adalar'ın doğal yapısının nasıl tahrip edildiğiyle ilgili bir rapor da tutmak gerekiyor. Bu korkunç saldırı sırasında yerinden kaçamayan nebatat telef oluyor, saldırıdan kaçan hayvanatın nereye gittiği meçhul. İçgüdüleri gereği bir daha buralara gelmezler.

Şu anda, 1 Ocak 2006, saat 18:30, üzerinde "İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Demircan Hafriyat Tel.: 0542-291 25 88" yazan, bir yanında delici, bir yanında kepçe ağır bir iş makinesi kepçeyle komşunun bahçesindeki defne ve çam ağacına saldırdı. Yer polis lojmanlarının tam karşısı, eski Nizam sokak no: 23. Kepçe üç metre yükseklikten hareket ederek ağaçların dallarını kopartıp sokağa atıyor. Elimdeki cep feneriyle adamı durdurdum. Gülerek bana bakıyor. Ağacı niçin kestiğini soruyorum. Kesmedim dalları aldım, diyor, gülerek. Sinirlenip bağırıp çağırdım. İşi durdurdular. Türkü söyleyerek, güle oynaya yollara, duvarlara, kaldırımlara, ağaçlara hücum ediyorlar. Falih Rıfkı Atay'ın yazdıklaını aklıma getirmek istemiyorum. Galiba ezan okunuyor. Camiye gitmiş olabilirler. Belki de yemek yiyecekler. Birazdan gelirler.

Arif Çağlar