ADALAR POSTASI-87: vapurlarımıza dokunmayin!
ADALAR POSTASI / 2 Temmuz 2005
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=157384&tarih=01/07/2005
RADİKAL / 1.7.2007
Mine G. Kırıkkanat
Vapurlarımıza dokunmayın!
Vatanseverlik, vatan için can vermek can almak da değildir her zaman.
Eğer öyle olsaydı, sürekli savaşmak gerekirdi. Oysa vatan, barışta da sevilmelidir. Ve barışta vatan sevmek, yaşanılan toprakların geçmişine saygı, geleceğine vizyon, kısacası bilgi ve birikim ister.
Vatan hainliği de düşmanla işbirliği yapmak, yurdunu satmak değildir hep: Ormanlarını yakarak, sularını zehirleyerek, bitki örtüsünü yok ederek de ihanet edilir vatana. Üstelik böylesi daha büyük bir vatan hainliğidir, çünkü sinsidir, yaygındır ve kalıcıdır verilen zarar.
Bazen bir ağacı kesmektir vatan hainliği. Bazen 'manzaram açılsın' diye kurutmak. Gelecek kuşaklara kinini, irinini, cehaletini bırakmaktır vatan hainliği her zaman. Yaşadığı kentin ırzına geçmektir vatan hainliği, o kentin tarihini yok, güzelliklerini hiçe sayarak.
Çünkü vatanın her karış toprağından önce, üstünde yaşanılan karışıdır, köyüdür, kasabasıdır, kentidir asıl vatan.
İstanbul, çok ihanetler gördü, çok hainler tanıdı 1000 yıldır. Ama sanırım, en hainleri son 50 yıldır işbaşında, en korkunç ihanetleri ve kalıcı yaraları, son 50 yıldır tanıdı.
Hain olduklarının bile farkında değildiler. Çünkü denizi bilmiyor, denizi sevmiyorlardı. Denize sırtını dönüp mangalda et kızartan, yazın gölgesinde oturduğu ağacı kışın kesip yakan, çünkü doğanın yeşiline de duyarsız, kıraç toprak adamlarıydı. Göçer gelip geçici kaldılar, kıl çadır kurar gibi derme çatma evlerini su havzalarının dibine diktiler, pisliklerini kentin sularına kattılar, öldürdüler denizleri gölleri, doldurdular dağları tepeleri, boğdular İstanbul'u.
İstanbul'u sömürerek semirdiler.
Ve gün geldi, kendilerinden olanları, başına geçirdiler İstanbul'un.
Dünya coğrafyasında içinden deniz geçen tek kenti, üç imparatorluğun başkenti, denizi bilmeyen, balığı sevmeyen, zaten balık adı tanımayan, et deyince koyun, yemek deyince kaburga kemirmeye ağzı sulanan kara insanlarının malı oldu.
Öyle semirdiler ki, sömürdükleri İstanbul'a 'iyi niyetle' sahip çıkmaya, kendilerince güzelleştirmeye bile kalktılar. İstanbul'u nasıl güzelleştirelim diye... Gidip Suudi Arabistan, Arap Emirlikleri'nde şehircilik etüt ettiler. Bahreyn'e bayıldılar, Dubai'ye hayran kaldılar.
İmparator Justinianus neler yapmış, hatta pek övündükleri, övünmekten ne anladıklarını da fetih günleri şaklabanlığıyla kanıtladıkları Fatih Sultan Mehmet nasıl bir İstanbul düşlemiş düzenlemiş diye araştıracak değillerdi ya... En yakın oldukları kültüre, çöl bedevilerinin 'petrol buldumcuk' görgüsüne talim ettiler.
İşte bu çöl hayranı bedevi kafasıdır ki, İstanbul'a simge diye Konyalı Mevlevi derviş heykeli dikmeye kalktı, 'Prens Adaları'nın küçük taşı Hayırsız Ada'ya.
Çin'den ithal plastik palmiye altında Arabistan hurması yiyen bu bedevi kafasıdır ki, deniz kültürü düşmanlığını, İstanbul'un gerçek simgesini, dünyanın gözündeki en muhteşem profilini, Boğazı'nı gezdiren gelin gibi vapurları kaldırarak gösteriyor.
O vapurlar ki, İstanbul'un son şiirleridir.
İstanbul'un son molası, son kaçamağı, son huzurunu bitiriyorlar.
Kadınlarını kapattıkları tesettür ve kendi kafalarını hapsettikleri kafesler gibi, Norveç'ten ithal konserve kutusu deniz otobüslerine tıkacaklar bizi de, denizi görmeden geçelim diye Boğaz'ı.
İstemiyoruz! Güvertesinde çığlık çığlığa martılarıyla yolculuk ettiğimiz, boğuk düdükleriyle büyüdüğümüz, çıpasından halatına, sancağından tornistanına gönül verdiğimiz, çaycısından halatçısına bizim, bakır makinelerinden kokulu tuvaletlerine, Boğaz'ın sularını köpürterek kayan zarif vapurlarımızı istiyoruz! Düşün İstanbul'un yakasından, düşün vapurlarımızın yakasından, yeter zevksizliğinizden, cahilliğinizden, güdüklüğünüzden çektiğimiz!
Vatansever her İstanbulluyu, 'www.vapurumuvermiyorum.org' sitesindeki kampanyaya katılmaya ve vapurlarımızı geri alana, zafere kadar sivil direnişe çağırıyorum.