28 Mayıs 2007

ADALAR POSTASI-88: ütübüs değil, vapur istiyoruz!

ADALAR POSTASI / 3 Temmuz 2005

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=157610

RADİKAL / 3.7.2007
Mine G. Kırıkkanat



Ütübüs değil, vapur istiyoruz!

16 ve 17 Aralık 2002 tarihinde İstanbul'da yapılan UNESCO toplantısında, Türkiye'nin de üye olduğu bu kurumu oluşturan devlet temsilcileri, 'İstanbul Deklarasyonu' başlığını taşıyan bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre, kültür mirası dediğimiz manevi varlıklar, 'Uygulaması, bilgi dağarcığı ve temsiliyeti sürekli değişirken, bireylere, topluluklara ve toplumların her kademesine dünyayı belli bir etik ölçüt ve değerler sistemi süzgecinden geçirerek kavramak, dolayısıyla yapılandırmak olanağı tanıyan, yaşayan bir bütündür,' tümcesiyle tanımlanıyor. Ve dünyanın manevi kültür varlıklarını 'bozmadan' sürdürmenin koşulu, 'Ülkelerin kültürel mirasına küresel bir bakışla yaklaşmak, maddi ve manevi varlıklar arasındaki dinamik etkileşimle derin bağımlılığı göz ardı etmemek,' olarak konulup, 'Ulusal hükümetler, yerel yönetimler, bilimsel ve eğitimsel kurumlar, sivil toplum, kamu ve özel yönetim örgütleri, medyalarla birlikte, kültür mirasının korunmasına yönelik ORTAK ve birbirlerine danışarak çalışmaya' çağrılıyor.

Bu metnin altında, Türkiye'nin de imzası var. Ama Anayasa'yı delenler, UNESCO anlaşmasını mı delmeyecekler?

Oysa İstanbul, 1985 yılından beri UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası' ilan edilmeyi bekliyor. Daha da çok bekleyecek, hatta adaylık listesinden düşecek bu gidişle. Çünkü İstanbul'u 'dünya kültür mirası' ilan ettirmek isteyenler, bizzat o kültür mirasını yok etmekle meşguller. Çünkü kafa, bırakın dünya, İstanbul kültürüne bile sahip olmayan, zaten 'dünya kültür mirası'nın ne demek olduğunu bile anlamaktan aciz, sanat felsefesinden habersiz, tarih bilgisiz, miras deyince aklına gelen, anasının altın dişleri, karısının bilezikleri, babasının gecekondudan villaya dönüşen ya da muhallebici kasasına düşen para!

İmam bildiğini okur ve bu ülke, kent estetiğinden ulusal yönetimine, mimarlığı, mühendisliği, ekonomistliği 'imamlık'la sınırlı, yani İslami olmayan kültüre sırtını dönen, çünkü 'günah' sayan ve öğrenmeyen, dolayısıyla ne bilimsel, ne de sanatsal anlamda yeterli, güdük kafalara teslim.

İstanbul'un geçmişine cahil, dolayısıyla geleceğine hain, çünkü yaşam biçimi çöl bedeviliğiyle biçimlenmiş bu güdük kafalarda, teknoloji ve kent dokusuna saygılı estetik bir araya gelemiyor, en iyi niyetle düşünseler bile, 'kara adamı' olarak düşünüyorlar.

Ulaşım deyince, denize alışık değiller ya, tren kültürümüz zaten ulusal çapta yok, akıllarına gele gele OTOBÜS geliyor. Çünkü kültürleri otobüsçü, havayollarının başına bile otobüsçü koydular, denizleri mi esirgeyecekler otobüscülükten?

Geçen cuma, Boğaz vapurlarını kaldırmaktan caydıklarını, aksine halen 34 olan vapurlara 20 tane daha ekleyeceklerini açıkladılar. Ancak yeni 20 vapur, vapur değil otobüs, Norveçli Kvaerner Firması tarafından, deniz otobüsü bile değil, DENİZ ÜTÜBÜSÜ olarak dizayn edilmiş. İstanbul niredir, iklimi nedir bilmeyen buzlu fiyort dizaynırları, bizim güzelim Boğaz sularını 'ütülemek' için, kendi iklimlerine, kendi estetik kültürlerine uygun kapalı, korunaklı konserve kutuları yapmışlar! Buzlu suların biçare Norveçlisi, bizim püfür püfür güverte küpeşte keyfimizden ne anlar? Çaycı gibi çaycı görmüş müdür ömründe? Ayran, sahlep içmiş midir? İnce belli bardak nedir bilir mi? Devasa bir kentin ortasında, bir kıtadan bir kıtaya yolculuk yapmış mıdır? Bir Boğaz vapurunda yarenlik etmiş midir, o sakil deniz ütübüsünün mimarı Norveçli?

İstanbul'un deniz cahili otobüsçüleri, bu 20 'ütübüs'e kaç yüz milyon dolar ödeyecekler?

O yüzlerce milyon dolara kaç tersane işçisi istihdam edilir, kaç Türk gemi mühendisine iş alanı açılır, hesap eden var mı?

Ne güne duruyor Türkiye tersaneleri?

Boğaz'a özgü yeni vapurlar yapabilecek gemi mühendislerimiz yok mu bizim ki, Norveçliye ısmarlanıyor bu gemiler? Yoksa imam-hatiplerden gemi mühendisliğine varılmıyor mu?

İslami kadrolaşma deyip duruyoruz, biliyor musunuz ki İstanbul ve Boğazı'na son ihanetin temelinde de bu kadrolaşma var: Erkan Arıkan, Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin genel müdürlüğünden 2002 yılının son günü alındı. Arıkan, adam gibi bir gemi mühendisi ve TDİ'nin başında kaldığı üç yılda en önemli, en doğru projelere imzasını atmış kişiydi. Önce Erkan Arıkan'ı işten el çektirdiler, sonra TDİ'yi İstanbul Deniz Otobüs İşletmesi'ne bağladılar.

İşte sonucu: Norveç'e ısmarlanan deniz 'ütübüsleri'.

Demek ki imamdan 'denizci' olmadığı gibi, İslamcı gemi mühendisi de bulamadılar! Merak ediyorum, acaba 'vatanın tersanelerine' mi giremediler henüz, yoksa tersane mi kalmamıştı zaten?